Belkıs İbrahimhakkıoğlu

Belkıs İbrahimhakkıoğlu

İmanlarıyla destanlaşanlar

İmanlarıyla destanlaşanlar

Sahâbelerin hayatlarını defalarca okumuş ya da dinlemiş olsak da, her seferinde ilk öğrendiğimiz zamanki gibi duygulanırız. Ama bu duygu güzel bir hikâyeyi dinlerken hissettiğimizden farklıdır.
Çünkü her seferinde Peygamber Efendimize onlar gibi yakın olma arzusunun derin hasretiyle birlikte imanımızı da hesaba çekeriz. Onların Allah ve Resûlü böyle istiyor diye vazgeçtikleriyle kendi bahanelerimizi karşılaştırır eziklik duyarız. Yanlış hatırlamıyorsam, Merhum Necip Fazıl Kısakürek imanî açıdan çözülüşlere mukayese olarak sahâbeler için, “atlarının geride bıraktıkları tozu bile olamayız” diyordu.
Sahâbeler’in hepsi bize tek bir insanmış gibi görünürler. Irkları, adları, mizaçları, zevkleri, eğilimleri farklı farklı da olsa biz onları Resulullâh’ın çevresinde kenetlenmiş, tek ses ve tek kalp olarak görürüz. Çünkü onlar izzeti, Hakk’ın ve O’nun Resûlü’nün nezdinde aradılar, hakikati inkar edenlere itibar etmediler. Tek ölçüleri vardı, Allah’ın emrettiği dosdoğru insan olma.
Geçenlerde genç kızlarımızla günümüz şartlarında dosdoğru insan olabilmenin zorluğunu konuşuyorduk. Çünkü kaynaklarımızın diliyle birlikte hayat algımızı değiştirdik. Şimdi, yüklendiği anlamlara yabancılaştığımız başka bir dil tekellüm ediyoruz. Bu dil, insanı var edeni aradan çıkararak insanı anlamaya çalışıyor. İnsanı, bütüne bağlayamadığı parçalarda oyalıyor. Aslı idrak edebilme ferasetimizi yitirmeye görelim, neleri şirk edindiğimizin farkına bile varamayız.
Gündemimize indirilen bütün meselelere nasıl bakılacağının dili de adeta önceden belirleniyor. Sahihlik olmayınca problem çözülmüyor. İnsan haklarını, kadın haklarını hep bu ithal dillerin gölgesinde konuşuyoruz. Ama her kesin bu kadar bire bir yakından ilgilenmesine karşın hakların çiğnenme istatistikleri giderek kabarıyor.
Yazıya başlarken, sahâbe analarımız ve onların izini takip eden mübarek kadınlarımızın hayatından örnekler kaleme almayı düşünmüştüm. Müslüman kadınlar, kendilerine örnek alacaklarsa, böylesi sarsılmaz iman sahibi müminelerin izini sürmelidirler. Suya sabuna dokunmama rahatlığında, kınanma korkusu veya belli çevrelerce itibar görme niyetini taşıyan tek taraflı bir insanlık anlayışı inancımıza uymaz.
Sahâbe analarımızın her birinin hikâyesi imanın destanlaştığı hikâyelerdir. Hemen hepsi merhametli, şefkatli, ince duygulu oldukları kadar yerine göre hakkı savunmak için kılıçlarını kuşanan cesur kadınlardır. Uhud Savaşı’na katılan mübarek analarımız önce savaş alanına askerlere su taşımak ve yaralılara yardım etmek için gitmişlerdir. Sayılarının on civarında olduğu söylenir. Savaşın seyri tersine döndüğünde bu mübarek kadınlar, “anam, babam sana kurban olsun” dedikleri Peygamber Efendimizi müşriklerden korumak için her biri Hazreti Hamza kesilmiştir.
Resûlü Ekrem Efendimizin halası Hazreti Safiyye kardeşi Hamza’nın şehit olduğunu işittiğinde elinde kılıcı düşmanı yara yara savaş meydanına dalmıştır. Peygamber Efendimiz hala oğlu Zübeyr ibni Avvam’a, “anneni geri çevir kardeşi Hamza’nın şehit edildiği hâli görmesin” diye buyurmuştur. Ama Hazreti Safiyye tam bir teslimiyetle, “Şayet kardeşime yapılanı görmeyeyim diye geri döneceksem, ben onun kesilip parçalandığını öğrenmiş bulunuyorum. Kardeşim bu felâkete Allah yolunda uğradı. Bundan daha büyük bir makam var mı? Biz Allah yolunda bundan daha fazlasına uğramaya da rıza gösteririz. İnşaallah sabredecek ve sevâbını Allah’tan bekleyeceğim” der. Savaşa katılmadan önce kendilerine zarar vermeğe kalkışan bir Yahudiyi halasının sopayla dövdüğünü Peygamber Efendimize anlattıklarında gülümsemiştir.
Hazreti Nesibe, savaşta yaralılara kırba ile su taşırken Peygamber Efendimizin yaralandığını gördüğünde kırbalarını fırlatmış elinde kılıcıyla kendisini Efendimizin mübarek bedenine kalkan yapmıştır. Savaşta yaralanan oğlunun yaralarını tekrar ayağa kalkıp Allah ve Resûl için savaşsın diye sarmıştır. Bu mübarek kadınlar Allah yolunda şehit verdikleri evlatlarının, eşlerinin, kardeşlerinin dirilerden olduğuna iman etmişlerdi, Rabblerine ve O’nun Resûlü’ne tam bir teslimiyetle bağlanmışlardı. Safları açık, net ve sıkıydı.
Günümüzde hangi dili kullanacağımızın adını koymak lazım. Önce aklın vesvesesine kapılmayan bir teslimiyetle gerçekten inanıyormuyuz, onu belirlemeliyiz. İnanıyorsak saflarımızı gerçek iman sahiplerinin yanında sıklaştırmalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Belkıs İbrahimhakkıoğlu Arşivi