Belkıs İbrahimhakkıoğlu

Belkıs İbrahimhakkıoğlu

Göz Bağlamaca

Göz Bağlamaca

İlkokulda idareciler okula bir illüzyonist getirmişlerdi. Hayatın çok sade akışla seyrettiği ortamlarda bu tarz etkinlikler iz bırakıyor. Tabii halk dilinde illüzyonistlerin adı sihirbazdı.
Oysa onlar kullandıkları tekerlemede, “ne sihirdir, ne keramet el çabukluğudur marifet” diye bunun sihir değil eğlenceli bir beceri olduğunu samimiyetle dile getiriyorlardı. Hatta okula gelen illüzyonist, yaktığı kağıttan nasıl para yaptığının sırrını da söylemişti. Çünkü bunu evde denemeye kalkan bir meraklı az daha kendini yakacakmış. Demek ki sorumluluk hissi olan dürüst biriydi. Bizlerin de aynı duruma düşmemesi için kağıttan para yapılamayacağını, bunun yalnızca bir göz yanıltması olduğunu söylemişti ve bu maharetinin hilesini de göstermişti.
Günümüz de illüzyonistlerin gösteri çeşitliliği el çabukluğundan daha çok teknik imkânların kullanımına dayanıyor. Duyuları yanıltmak için ışık, renk, koku, şekil ne varsa hepsi teknolojiyle desteklenerek birlikte kullanılıyor. İllüzyonistler artık amatör ruhla değil, profesyonel şekilde sahneyi doldurarak, uzun saatler seyirciyi yanıltmalarla oyalıyorlar.
İllüzyon meselesi durup dururken nereden çıktı diyebilirsiniz. Şuradan çıktı, dünyayı yeniden var ettiğini sanan içinde bulunduğumuz sistemin, duyularımızı yanıltarak bize ulaşması illüzyonu hatırlatıyor da ondan. Çağımızda ki en büyük sıkıntı bana göre sahih olanla yanıltıcı olanı ayırt etme, daha doğrusu edememe ferasetini giderek kaybedişimizdir. Kalbimiz ve aklımız kendi terazimize vuramadığımız yüklemelerle dolduruluyor. Değişim ve gelişim adeta kardeş anlamlar gibi kullanılan tek odaklı zihniyeti ifade ediyor.
Aslında ilk insandan bu güne fazla değişen bir şey yok. Aynı susuzluk, aynı merak, aynı hırs. Acıkınca yiyoruz, uykumuz gelince uyuyoruz, üşüyünce ısınmak istiyoruz, sıcak olunca serinlemek, ecel yetince ölüyoruz. İnsanoğlu yeryüzüne ineli beri temel özellikleri itibariyle var olana fazladan bir şey eklenmedi. İnsan yeryüzünün bakir hâliyle tanıştığında hayatını devam ettirebilmesi için ihtiyacı olan her şey Allah(c.c) tarafından yaratılmıştı. İnsana düşen, indiği bu şeyler dünyasında kendi gerçeğine ulaşmak için eşyanın hakikatini kavrama yolunda ilerlemesiydi.
Medeniyetlerin kuruluşu insanın kendi var oluşunun ve bu yoldaki arayışının hikâyesidir. Medeniyetin kurucu gücü yüksek düşüncelerdir. Malik Bin Nebi, “toplumlar, medeniyetler ve imparatorluklar, kendini doğuran ana fikirlere ihanetlerinden ötürü yıkılırlar. Tarihin bozgunlarına bakarsanız, oralarda ihanete uğrayan fikirlerin intikam aldıklarını görürsünüz. Gerçekten de bu bozgunlar, ilk ve temel modeline uymayan fikirlerin, orijinalinden uzaklaşıp ona ihanet etmiş fikirlerin doğrudan doğruya yol açtıkları sonuçlardır” diyor.
İnsanlık, hangi kültüre, tarihin hangi dönemine ait olursa olsun hâlâ, düşünce ve ruh olarak hakikatin işaretini taşıyan sözlerden ve eserlerden besleniyor. Eski bir Galce metninde yer alan şu şiir Şeyh Galip’in, “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen/merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” mısralarını hatırlatmıyor mu? “denizin üstünde esen rüzgârım ben,/okyanusta salınan dalgayım ben,/hışırdayan yaprakların fısıltısıyım ben,/güneşin ışınlarıyım ben,/ayın ve yıldızların parıltısıyım ben,/büyüyen ağaçların kudretiyim ben,/çiçek açan tomurcuğum ben,/yüzen balığın hareketiyim ben” (Carmarthen’in Kara Kitabı).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Belkıs İbrahimhakkıoğlu Arşivi