Hâl güzelliği
Tramvaydaki orta yaşlı bir hanımın kıyafeti dikkatimi çekmişti. Yüzünde tedirgin bir ifade vardı ve yorgun görünüyordu. Kıyafeti, yaşını kabullenemeyişin isyanını taşıyordu. İçim ezildi. Rahatsız etmeyeceğimi bilsem yanına gidip ona, “Hanımefendi, belli ki, hayat sizi zorluklarıyla yormuş. Yüzünüz yaşamışlığın çizgileriyle güzelleşmiş. Ama kıyafetiniz bu güzelliği gölgeliyor. Keşke kıyafetiniz de yaşadığınız yıllarla uyumlu olsaydı. Çok daha anlamlı ve güzel görünürdünüz” demek isterdim.
Modern dünya, daha doğrusu kapitalizm, sunduğu hayatın biçimini, ne yiyip ne içeceğimizi, ne giyineceğimizi, nasıl eğlenmemiz gerektiğini, kısacası bütün alanları, kararı bize bırakmadan en ufak ayrıntılarıyla ayarlıyor. Beşerî zaaflarından hareketle, bir insanı kullanabileceği son sınıra kadar alternatiflerle oyalayıp posasını çıkarıyor. Sonra da kenara fırlatıp atıyor.
Dev alışveriş merkezlerindeki tantanayı ve mağazalardaki çeşitliliği ibretle seyredince şuursuz bir sürüklenişle güzelleşmek adına nasıl tüketim esiri olduğumuzu görebiliyoruz. Hazları ideal hâline getiren sistemin gönüllü askerliğini yapıyoruz. Bir yanımızla dünyaya gelişimizden muradın, hazlar peşinde koşturmak olmadığını söylesek de, nedense kendimize söz geçiremiyoruz.
Fâni dünyaya ait olanı, istesek de, istemesek de bırakıp gideceğiz. Kabullensek de, kabullenmesek de yaşadığımız yıllar üzerimizde izini bırakacak, saçlarımız beyazlanacak, yüzümüzde çizgiler çoğalacak. Hoşumuza gitse de gitmese de Allah bizi hangi fizikî özelliklerle yarattıysa, onlar kabuktaki elbiselerimiz olacak.
Eğer ölümlü dünyaya, kalıcı gözüyle bakıyorsak. Eğer görüntüde takılıp kalıyorsak, fizikî dünyamızdan her eksiliş bizi küskünlüğe götürecektir. Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri, ölümlü dünya için; “gel gör bunun fenâsını, çekme zinhar belâsını” diyor. Bir başka Hakk dostu da yine bu tür tasalarımızın beyhudeliğini şöyle dile getiriyor; “dünya anı değmez ki, cefasın çeker adem”. İbrahim Hakkı Hazretleri, nazarları kabuğun içindekini görmeye yönlendiriyor; “çû sen cisminle sığmışsın cihâna, sanma kim tensin/gönülden içeri gel kim, cihanın cânı sensin”.
Allah dostları, sık sık, gerçek güzelliği mânâ âleminde bulacağımızı, kabuğun geçici olduğunu hatırlatıyorlar. Pratik hayatta da bunu kendi tecrübelerimizle yaşıyoruz. İçi boş suret güzellikleri bir süre sonra anlamsız geliyor. Ama gönül dünyası zengin insanların yanında huzur duyuyoruz. Yüzlerindeki nur bizi de aydınlatıyor.
Günümüzde güzellik reçetelerine giderek rağbet artıyor. Kapitalizm, doymak bilmez iştahasıyla fıtrî özelliklere müdahaleyi hızlandırmış durumda. Kadına yakışanı erkeğe, erkeğe yakışanı kadına yamalıyor. Tabii önceden zihnî altyapısını hazırlayarak. Aksine söz söyleyenleri şirretlikle susturan söz cambazlarını yetiştirerek.
Her Allah’ın günü yeni formül ve yöntemlerle hayatın bütünlüğünü parçalayan tavsiyelerden başımız döndü. Çoğu da sağlıklı ve güzel olarak, ömrü uzatmanın derdinde. Ne var ki, güzelleşmek uğruna harcadığımız zamanların, bizi yaşamaktan alı koyduğunu fark etmiyoruz.
Bizim sağlığa dair çok sade ve anlaşılır reçetemiz var: acıkmadan yememek, doymadan sofradan kalkmak. İç aydınlığımızı yüzümüze yansıtacak ahlâki vasıflar da asıl güzelliğin ölçüsü olmalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.