Muhterem Müslümanlar!
Çile, Müslümanı ümitsizliğe düşürmez Muhterem Müslümanlar!
Yeryüzünde Müslümanların hâli hepimizce mâlum. Hangi coğrafi sınır içinde olursa olsun "şamar oğlanı" gibiyiz. Gelen de vuruyor giden de vuruyor.
Korkular içinde yaşıyoruz. Egemenlerden korkuyoruz. Yaşadığımız dünyada can güvenliğimiz yok. Çelik kapılarımızı kilitleyip sığındığımız evlerimizde, döşeklerimizde ve uykularımızda bile korku içindeyiz. Kimseye güvenemiyoruz; kimseler de bize güvenemiyor. Güvenler ve itimatlar bitti. Cehennemi hayat denilen şey bu olsa gerek.
Muhterem Müslümanlar!
Bizler Müslümanız... Elinde Kur'ân, önünde Hz. Muhammed (S.A.V.) bulunan bir ferdin veya milletin problemleri çözümsüz kalmaz. Çözümsüzsek bu iman ve samimiyetlerdeki zaafiyettendir. Müslümanlar olarak samimiyetle inanmış ve Müslümanlığı yaşamış olsaydık bırakınız bizi, yeryüzündeki hiç kimse zulme maruz kalmazdı. Dünya gülistanlık olurdu. Zâlimler hüküm süremezdi.
Çünkü İslâm'ın yaşandığı ülkelerde Müslümanların sahip olacağı yegâne korku Allah korkusu (Allah'ın vereceği azab korkusu)'dur. Bir de olsa olsa yırtıcı hayvanların saldırısından endişe edilecek fakat insanlardan bilinçli ve irâdeli olarak gelecek herhangi bir baskı, saldırı ve tecâvüz bulunmayacaktır. Bu, İslâm'ın bütünüyle yaşandığı topraklarda beşer plânında tam bir güven ve huzur ortamı olmasındandır.
Muhterem Müslümanlar!
İçinde yaşadığımız zaman diliminde gerçekten zulümlerin ve acıların en şenisine maruz kalıyoruz. Daha önce yaşayanlar da bu acılara ve zulümlere uğradılar. Peygamberimiz Efendimizin bir beyanını ifade etmek için bir örnek vermek istiyorum.
İlk Müslümanların altıncısı olan Habbâb İbni Eret (r.a.) kâfirlerin ağır işkencelerine mâruz kalmış cefâkâr Müslümanlardan birisidir. Bu zat şöyle bir olay anlatıyor:
Rasûlullah aleyhisselâma durumumuzdan şikâyette bulunduk:
" - Ya Rasûlallah! Çok acı ve ıstıraplar içindeyiz. İşkencelere dayanacak gücümüz kalmadı. Allah'a bizim için duâ ediver de şu zâlimlerin elinden kurtulalım, dedik."
Şöyle cevap verdi:
" - Önceki ümmetler içinde bir mü'min tutuklanır, kazılan çukura konulurdu. Sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti-kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi.
Yemin ederim ki Allah, mutlaka bu dini hâkim kılacaktır. Öylesine ki, yalnız başına bir atlı, Allah'tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiçbir şeyden endişe etmeksizin San'a'dan Hadramut'a kadar emniyetle gidecekti. Ne var ki, siz sabırsızlanıyorsunuz. (Buhari, Menakıb 25. İkrah 1. Ebû Dâvûd, Cihad 9)
Muhterem Müslümanlar!
Bu hadis-i şerif İslâm'ın ilk yıllarında Mekke'de Müslümanların ne kadar bunaldıklarını, ne ölçüde sabra zorlandıklarını gösteriyor.
Hz. Peygamber, imanları uğrunda daha ağır istikbalin aydınlık olacağı müjdesini veriyor. Karanlık gecelerin kararıp kalmayacağını, aydınlık sabahın yakın olduğunu, ümit var olmak gerektiğini beyan ediyor. İslâm'ın aydınlık geleceğinden en küçük bir tereddüt duyulmamasını kesin bir dil ile çok çarpıcı ve güven verici bir örnekle anlatıyor.
Hadiste geçen San'a ile Hadramut arası yayalar için onbir günlük bir mesafedir. Bu iki şehrin misal verilmesi İslâm hakimiyetinin genişleyeceği müjdesidir.
Hz. Peygamberin verdiği haberler aynen gerçekleşmiştir. İslâm sulh, sükûn, emniyet ve selâmet dinidir. Din ve iman düşmanlığı, yeni bir olay değildir.
Muhterem Müslümanlar!
Müslümanların müslümanca yaşamaya başladıkları gün İslâm'ın emniyet veren güzelliği herkese huzur verecektir. Yeryüzündeki Müslümanlara karşı cereyan eden çirkinlikler hiçbirimizi ümitsizliğe düşürmesin. Herkes üzerine düşen görevi yapsın. Bunu başardığımız an kurtulmuş olacağız...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.