Hukukla kumar oynayanlar
Taraflı bir yorumcuya karşı tartışma konusu olamayacak bir metin yazmanın imkânsız olduğunu Anayasa Mahkemesinin (AYM) kararıyla bir kez daha görmüş olduk. Sorun taraflı olduğu açıkça bilinenlerin hukuk metinlerine hakem kılınmış olmasıdır. AYM'nin verdiği kararın hiç sürpriz olmaması yasaların böyle bir yoruma imkân tanıyor olduğunun düşünülmesinden değil, AYM üyelerinin kesinlikle tarafsız olmadıklarının bilinmesinden dolayıdır. Sadece bu bile aslında AYM'nin elindeki davalara bakmaya ehil olmadığını, bu davalardan behemehal çekilmesi gerektiğini gösteriyor.
AYM'nin iptal ettiği düzenlemeler bir hukuk metni olarak hiçbir şekilde tartışma konusu yapılamayacak, metnin içerebileceği bütün ihtimaller hesaplanarak hazırlanmıştı. Değiştirilen maddelere göre hiç kimse yasalarda tanımlanmamış hiçbir yasağa dayanılarak eğitim hakkından mahrum bırakılmayacaktı. Bu Türkiye'ninki de dâhil olmak üzere dünyanın hiç bir hukuk sisteminde itiraz edilemeyecek bir ifadeydi. O yüzden AYM'nden bir karşı hareket beklenirken bile bu ifadeyi iptal edecek bir formülün nasıl bulunacağı saf saf merak ediliyordu.
Oysa AYM tahmin edilenden de daha cesur çıktı, bu düzenlemeyi iptal etmekle "yasalarda olmayan yasaklar da ihdas edilebilir", "eğitim hakkından yararlanma konusunda ayırımcılık yapılabilir" gibi çağdışı, ırkçı, arkaik bir hükmü de tesis etmiş oldu.
AYM'nin bunu hangi yetkiyle yapıyor olduğu sorusu tabii ki anlamlı bir sorudur.
AYM teorik olarak adına karar verdiği millete güvenerek bu kararı vermiş olamaz. Millet iptal ettiği yasanın kapsamıyla ilgili kararını 22 Temmuz itibariyle vermiş bulunuyordu zaten. 22 Temmuz seçiminden sonra oluşan parlamentonun yüzde seksenin onayıyla gerçekleştirdiği ilk icraat bu düzenlemenin ta kendisiydi. Yani milletin en taze iradesi bu düzenleme doğrultusunda oluşmuşken, AYM kararı milletle tam bir çatışma halinde olmuştur.
Ayrıca, yürürlükteki anayasa AYM'ne böyle bir yetki tanımadığını açık-seçik bir biçimde yazıyor. Tam beğenmediğimiz haliyle bile mevcut Anayasa, AYM'nin daha önce benzer durumlarda yetkisini aşan kararlar almasına karşı tedbirler alarak AYM'nin Anayasa değişikliklerini ancak şekil yönünden inceleyebileceğini hükme bağlamış. Dahası şekil bakımından incelemenin de ne anlama geldiğini de hiçbir açık kapı bırakmadan yazmış. Bu haliyle AYM'nin kendini-yetkilendirmesine hiçbir açık alan bırakmamış. Ama AYM'nin kapıyı kırarak içeri dalmasına karşı bir tedbir düşünülememiş.
AYM önüne gelen davanın yetki alanına girip girmediği hususunda kendisi karar veren bir merci olması kendisine kullanabileceği aşırı derecede geniş bir alan bırakıyor. Mahkeme üyeleri bu yetkiyi sistemin kimyasını, yani rejimin doğasını değiştirecek şekilde kullanmayı göze aldıklarında onlara karşı öngörülmüş sistem-içi (anayasal) bir tedbir yok. Ancak bu, sistemin içinde öngörülmeyen tedbirin siyasetin içinde bulunamayacağı anlamına gelmez. Zaten AYM de sistemi sistemin içinde kalarak değil, sistemin dışına çıkarak, siyasi manevrasıyla kilitlemiştir.
AYM'nin son kararı, alabildiğine siyasallaşmış olduğu gerçeğini gizleme ihtiyacı da hissetmediği, açık bir güç gösterisine dönüşmüştür. Kendi sınırlarını fazlasıyla aşan hukukun bu güç gösterisi hukukun üstünlüğünü tesis mücadelesi verecek bir siyasete aslında sanılandan çok daha geniş bir alan açıyor. Meclise, kendi yetkisini yok sayan yargı kararını yok sayma hakkı doğar.
AYM'nin ve onun arkasına saklananların en çok güvendikleri şey, insanların hukuka olan inançlarını yitirmek istememeleri, bir yalan olduğunu bilseler bile hukuka inanmaya devam etmek istemeleri bu uğurda hukuk organlarına karşı enayice bir nezaketi sürdürüyor olmalarıdır. Hukukçuların hiç de dert etmedikleri kendi saygınlıklarını korumayı üstlenen bir enayili…
Oysa bu isteğin ve bu enayi inancının da bir sınırı vardır.
Diğer yandan ne AYM ne de sistemin hiçbir kurumu şu ana kadar hukuku bu kadar tehlikeli bir maceraya sürükleyerek bu kadar aleni bir siyasallaştırmaya cesaret edememişti. Bu cesaret sadece çaresizlikten kaynaklanıyor. Hukuku bu büyük maceraya sokan, bu yolla ülkenin birliği, dirliği, milletliği üzerine kumar oynayan bir zihniyet sorumsuz ve müflis bir zihniyettir. Ne hukuka, ne laikliğe ne de millete ve vatana bir saygısı yoktur. Kendi meşruiyetiyle birlikte bu kumara oturan zihniyet kaybetmeye mahkûmdur.
Siyaset bu zihniyetin yol açtığı zifiri karanlığın ruhumuzu esir almasına izin vermemekle yükümlüdür. Kendi meşruiyetini kendi eliyle yok etmiş olanlara saf bir hukuka saygı masalıyla fazladan meşruiyet bahşetmeyi bırakmalı, ne yapılması gerekiyorsa yapmalıdır.