Yepyeni bir teori mi?

Yepyeni bir teori mi?

Altı ay kadar önce, VAKİT Gazetemizde bir yazımız çıkmış. Şimdi az çok hatırlıyorum. Yerli Bilim adamlarından o zaman epeyce olumlu tepkiler almıştım.
Benden bu teoriyi daha fazla derinleştirmemi istiyorlardı. ABD’de doktora yapmakta olan genç bir kardeşimiz, yazıyı İngilizce'ye çevirmek için benden izin istemişti. Sonra ne oldu bilmiyorum. Yazının dışarıdaki yansımaları daha yeni yeni bize ulaşmaya başladı. Yazının konusunu çoktan unutmuşum. Ancak sorulan sorulardan, neler yazmış olduğumu az çok tahmin edebiliyorum. Yurtdışından bazı bilim adamları beni aradılar. İsimlerini vermediler. Verseler de zâten unuturdum. Birkaç önce atlattığım, çok tehlikeli olmayan bir beyin kanamasından sonra, bana bir unutkanlık arız oldu. Bazen en yakınlarımın isimlerini hatırlamakta bile zorluk çekiyorum. Neredeyse Sayın Ecevit’e döndük. Yerli bilim adamlarımız, “Mevcut devlet teorileri arasında böyle bir teori yok” diyerek konuyu kapatmışlardı. Halbuki benim öyle bir iddiam yoktu.
Geçen hafta biri İngilizce, biri de anlamadığım yabancı bir dilden konuşan iki Batılı bilim adamı beni aradılar. Hapishanedeyken çok iyi bildiğim İngilizce'yi, hemen hemen tamamen unutmuşum. Ne dediklerini pek anlayamadım. Ancak o yazımdan bahsettiklerini tahmin ettim.
Yazı çıktığı zaman, yurtiçinden de bazılarını çok yakından tanıdığım, samimi ve fakat fanatik milliyetçi kardeşlerim beni aramışlardı: “Sen de Turgut özal gibi federasyon fikrinden mi bahsetmek istiyorsun?” diyorlardı. Yani, “Kürtlerin bizden kopup ayrı bir devlet kurmasından yana mısın? demeye getiriyorlardı. Anlamıştım ki bu gençler beni iyi tanımıyorlar. Kendilerine, tatlı-sert bir üslûpla gereken cevabı vermiştim..
Sözü fazla uzatmadan hatırladığım kadarı ile asıl konuya girmeliyim. Ancak önce bir hatıramı nakletmek istiyorum: Ankara Hukuk’ta, imtihana girmiştim. Cezayı değil amma, Ceza Hukukunu severdim. Soru kâğıdımı çektim. 3 sorudan biri, Ceza Usulü dersindendi. Ben o kitabın sayfalarını dahi açmamıştım. Hapishane tecrübelerime dayanarak bir şeyler anlatmaya başladım. Hocam Rahmetli Prof. Faruk Erem, elinde kalem, birtakım notlar alıyordu. “Siz bunları nereden okudunuz?” diye sordu. “Hiçbir yerde okumadım. Hayatın bana öğrettiklerini anlatıyorum” dedim. Hoca bana: “Müsaade edersen, bu söylediklerini bilimsel olarak değerlendirmek istiyorum” dedi. Bana 10 numara verdi; çıktım. Bir süre sonra, adresime 5-10 sayfalık bir broşür geldi. Kapağında “Hümanist Ceza Doktrini” yazıyordu. Okudum. Benim sınavda anlattıklarımı, rahmetli hocam yepyeni bir doktrin halinde sunuyordu. Buna fakültedeki yakın arkadaşlarımın hepsi şahittir. Demek ki, eskilerin “sünuhat” dedikleri “içe doğuşlar” bilinmeyen bir gerçeğin habercisi olabiliyormuş
Şunu hemen söyleyeyim ki tevhide inanan her insan vahdetçidir. Asla bölücü olamaz. Kürtler İslâm’a yürekten bağlı bir kavimdir. Sopayla kovsanız, yine dinsiz Marksistlerin peşinden gidip de Türk devletinden ayrılmazlar.
Şimdi gelelim, kendi teorime. Buna kısaca BİK ve BİK-PA diyebiliriz. Kısaca BİK, “Birleşik İslâm Kavimleri” demektir. Bik-Pa da “Birleşik İslâm Kavimleri Parlamentosu” anlamına gelmektedir. Tıpkı “Birleşmiş Milletler ve Avrupa Parlamentosu” gibi… Şimdilik sözü daha fazla uzatmadan bu konuyu burada noktalayalım. İlerde devam ederiz inşallah. Dualarınızla….
Teorimiz, çok da yeni sayılmaz. çünkü Osmanlı İmparatorluğu zamanında hemen hemen fiilen gerçekleşmişti. özellikle 16. Yüzyılda, karşımıza çıkabilecek hiçbir kuvvet ve devlet yoktu. Türk Bayrağı bütün Müslüman kavimlerin, bayraklarının üzerinde ortak bir sembol bayraktı.
Herhalde, Mustafa Kemal bugünleri önceden düşünüp gördüğü için olacak ki… Saltanatı tamamen ilga ettiği halde, halifeliği kaldırmamıştır. Hilafet bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nin manevî şahsiyetinde mündemiçtir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi