Veda tavafının sahih olmasının şartları 3
Veda tavafı, adı üzerinde. Bu, bir vedalaşmadır. Her vedada hüzün vardır. Özellikle kişinin, sevdiğine veda etmesi çok zordur. Birkaç günlük "Rahman'ın misafirliği" sona ermiş ve huzurdan ayrılmanın zamanı gelip çatmıştır. Hacının kalbi, birkaç hafta önce Kâbe'ye, huzura kavuşmanın heyecanı ile çarparken, şimdi bu mukaddes zamandan ve mekandan ayrılmanın dayanılmaz hüznü ile çarpmaya başlar. Hemen her hacı şunları düşünür bu veda tavafında:
Acaba Kâbe-i Muazzama'ya bir kez daha kavuşmak nasip olacak mı? Dünyada Kâbe'ye kavuşma imkânını veren ALLAH Teâlâ, acaba ahirette de kendisini, huzuruna kabul buyuracak mı? Cennet ve Cemaline kavuşmak mümkün olacak mı? Acaba Kâbe ile gerçekleşen geçici ve sembolik vuslat, ahirette gerçek ve ebedî vuslata dönüşecek mi? İşte bu duygu ve düşüncelerle, "beynel-havfi ver-recâ" yani "korku ile ümit arasında" Kâbe'ye veda eder. Günlerdir gözüyle gördüğü Beytullah'ı, bundan sonraki hayatında gönlüyle görmek, hac esnasında edindiği tecrübeyi gönül bağıyla sürdürmek üzere veda eder. Günlerdir kalbini verdiği Kâbe'yi yükler yüreğine ve beraber döner memleketine.
Hacda takva ile donanmış olanlar, beş vakit namazda hep Kâbe'ye yönelecekleri için aslında fiziken ayrılsalar da, kalpleriyle O'ndan ayrılmış olmayacaklardır. Önemli olan hacının, kutsal iklimde kazandıklarını kaybetmemesi ve bundan böyle verdiği söze aykırı bir hayat tarzına sürüklenmemesidir.
Haccın tamamlanmasından sonra şayet hac heyecanı kaybolmaya, Kâbe'de Kâbe'nin Rabbiyle, Beytullah'ta Beyt'in Sahibiyle olmanın verdiği derin mutluluk sönmeye, Kâbe-i Muazzamaya duyulan hürmet hisleri körelmeye başlamış ve onun yerini geçici heveslerin, basit zevklerin, laubalileşmenin alması gibi bir tehlike baş göstermişse, Mekke-i Mükerre-meyi terk etmek kalmaktan evladır. Çünkü Kâbe etrafında yapılan küçük kabahatlar bile büyük günah hükmüne geçer ve suçlu ekseriya hemen orada cezasını bulur. Bu sebeple Mekke-i Mükerreme'de uzun süre kalmanın Kâbe'ye duyulan şevki azaltacağı, mekânın kudsiyet ve şerefine uymayan hatalara, edebe aykırı hal ve hareketlere düşülmesine sebep olacağı kaygısıyla hacıların ülkelerine erken dönmeleri öğütlenmiştir. Nitekim Hz.Ömer (R.A.) hacdan sonra hacılara hitaben:
"Ey Yemenliler! Yemeninize, ey Şamlılar! Şamınıza, ey Iraklılar! Irakınıza gidin! Tâ ki ALLAH Teâlâ'nın evi hakkındaki hürmetiniz baki kalsın!" buyurmuştur. (Gazalî, İhyâ, 1/243) Ebû Hureyre (R.A.) den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de:
"Yolcu sefere âid işlerini bitirince ailesine dönmede acele etsin"(Buhârî, Umre:19, 2/639, No:1710, Cihâd 136, No:2839, Et'ime 30, No:5113; Müslim, İmâret:179, No:1927; Muvatta, İsti'zân:39) buyurmuşlardır.
Ancak dâima zikirle, ibâdetle meşgul olan sâlih insanların Kâbe etrafında bulunmaları onların ecr ve sevabını artırır, eksiltmez. Bu sebeple, mezkûr hükmün sadece günah işlemesi muhtemel olan avam için olduğunu kabul etmek gerekir.
Hacdan dönen kimseler nasıl hareket etmeli?
ALLAH Teâlâ'nın verdiği en büyük nimetlerden biri olan zaman, su gibi akar ve bir daha geri gelmez. Hele bu "sayılı günler" olursa, bir de Kutsal iklimde coşku ve heyecanla geçirilen sınırlı bir zaman dilimi ise, bir rüya gibi gelir insana. Daha o mübarek mekânlara alışayım, doyasıya yaşayayım derken, yoğun hac görevlerinin tamamlanmasıyla bir de bakarsınız ayrılık vakti gelivermiştir. Hacı "Kavuşmak güzel de, bir de ayrılık olmasa!" diye hüzünlenir. Belki de ilk defa kendi evine dönüşüne sevinemez.
ALLAH Teâlâ'nın evinden ayrılıp, kendi evine gidesi gelmez. Zoraki annesinden koparılan küçük bir çocuk misali, boynu bükük, gözü yaşlı, yüreği dağlı, hüzünlü bir şekilde çaresiz veda eder.
Aslında fani olan insanın geçici ömrü de böyle değil mi? İnsanın hayatı da nihayet sayılı günlerden ibaret değil mi? Keşke geçirdiğimiz zamanlar, hep bu iklimde geçirdiğimiz günler kadar bereketli ve iyi değerlendirilmiş olsa...
"Taze hacılar" şimdi sudan çıkmış balığa dönmüştür. Âdeta Cennet gibi bir iklimden, günah soğuğuyla dolu bir dünyaya dönüşün şaşkınlığı içerisindedirler. Tıpkı kızgın demirin suya daldırılışı gibi. Muhabbe-tullahın âdeta elle tutulur, gözle görülür hale geldiği, kâinatın sevgilisinin kokusunun hissedildiği beldelerden ayrılmak kolay mı?
Kâbe'den ayrılırken, hacının kalbinde fırtınalar eser. Bir taraftan böyle bir imkâna kavuştuğu için, içinde taşıdığı sonsuz şükür duygusu, dünya Müslümanlarıyla beraber olmanın sevinci, İslâm tarihini yerinde okumanın kazancı, ALLAH Teâlâ'nın misafiri olmanın verdiği iç huzur, haccı ifa etmenin verdiği hoşnutluk; diğer taraftan henüz Kâbe'ye, Zemzem'e ve Arafat'a doyamadan, belki de bir daha kavuşamamak üzere ayrılık... Haccının kabul edilip edilmediğinden emin olamadan ayrılık. Belki de şeytanı dize getiremeden, nefsini dizginleyemeden ayrılık... Yeterince arınamadan, manevi dirilişi ve silkinişi tam olarak gerçekleştiremeden ayrılık...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.