Bize ‘mankurt’u öğreten bir ‘Kırgız bilgesi’nin
Büyük yazar Cengiz Aytmatov dünyamızdan ayrıldı.. Bir eserinin filme alınışı münasebetiyle geçen ay gittiği Tataristan'da rahatsızlanıp, Almanya'nın Nürnberg şehrine intikal ettirilen Aytmatov, 'böbrek yetmezliği' teşhisiyle 10 Haziran günü hayata vedâ etti..
Aytmatov, 1929'da doğmuştu.. Onun doğduğu şehrin asıl adı, Bişkek idi.. Ama, 75 yıl kadar, Frunze diye anılmıştı.. Frunze, Kırgız diyarını Sovyet Rusya'ya işgal ve ilhak eden rus/ bolşevik generalinin adıydı.. Ve bu isim, ancak, Sovyetler Birliği'nin çökmesi ve ortaya çıkan 16 devlet arasında bir de Kırgızistan diye bir devletin ortaya çıkmasına kadar, zoraki dayatılmıştı.. Bugün ise, Frunze, eski haritalarda kaldı; asırların Bişkek'i geri döndü..
Aytmatov'un babasının Stalin döneminde, komünist rejim tarafından kurşuna dizilen yüzbinlerden birisi olduğunu da hatırlamalıyız. çünkü, bu, onun eserlerinde hemen her vesileyle, bir iç sızısı olarak kendisini hissettirir.
Eserlerini rusça ve kırgız türkçesiyle yazan Aytmatov'un eserlerinin Türkiye türkçesine tercüme edilenlerini, 'Beyaz Gemi, Cemile, Elvedâ, Gülsarı, Selvi Boylum /Al Yazmalım, Gün Olur Asra Bedel, Dişi Kurdun Rüyaları, Toprak Ana, Cengiz Han'a Küsen Bulut, Dağlar Devrildiğinde' gibi birkaçını zikredelim.. Aytmatov'un ilk, 'Beyaz Gemi'sini okumuştum, uzuuun yıllar önce.. İnsan, anlatılanların hangisinin gerçek, hangisinin efsane olduğunu ayırd etmekte bile zorlanabiliyordu.. Ama, Cengiz Aytmatov'u en çarpıcı eseri, 'Gün Olur, Asra Bedel..', bir gün içerisinde geçen çok uzuuun bir zaman dilimini anlatır.
Roman, Boranlı köyünden Yedigey'in sevgili dostu arkadaşı Kazangap'ın ölümüyle başlıyor ve Kazangap, ancak kitabın sonunda gömülüyor. Bir günde yaşananlar, anlatılanlar, evet bir asır gibidir.. Yedigey'in köyden Ana-Beyit' mezarlığına gidene kadar zihninde canlananlar ve karşılaştığı problemler ve üzerine bir uzay üssü kurulan mezarlıkta yaşadıkları çok ilginçtir.
çünkü, Kazangap'ı gömmek istedikleri mezarlık, bir yasak bölge olmuştur, artık..
Yedigey gelenekleri temsil eder. Sâbitcan ise yozlaşmışlığı, bozkırın karşısında şehri, sıradan Kırgız insanı karşısında, komünist yönetime yakın, toplumsal yabancılaşmaya örneğini.. Romanın sonunda Yedigey, mezarlığın büsbütün yıkılmaması için, Sâbitcan'dan âmirleriyle konuşmasını rica eder. Ama, duaların, geleneklerin hep boş masal olduğuna inanan Sâbitcan, mezarlığın yıkılmaması için âmirlerine başvurmanın boş olacağını, arkasına bir tekme ve irticacı damgası vurulacağının korkusunu yaşamaktadır.
Yedigey ise, (hatırımda kaldığı kadarıyla özetleyeyim) 'Demek oluyor ki, sen arkana yiyeceğin tekme ile, mide ve barsaklarından başka bir şey düşünmüyorsun..' diye dile getirir hıncını.. Sâbitcan ise, 'Evet, tam söylediğim gibi. Yalnız bunları düşünüyorum. Sen boşuna konuşuyorsun. Soframızda aş olsun diye düşünmek, midemiz için yaşamak zorundayız' der..
Yedigey'in cevabı filozofcadır: 'Anlaşıldı.. Eskiden insanların kafalarına bakarlardı.. Şimdi ise, mide, barsak ve arkalarına..' (Tarık Buğra'nın Küçük Ağa'sındaki İstanbullu Hoca'nın yaşadığı ruhî sancılar ve paradoxal davranışları hatırlayabilirsiniz.)
Yedigey, Sâbitcan'la yaptığı bu konuşmayla yalnızlığını daha bir görmüştür, ama, korunması gereken birtakım değerlerin olması gerektiğini düşünmekte, onun çırpınışı içindedir. Nitekim, Kazangap gömüldükten sonra, sadece cenazede değil, genelde duanın ne demek olduğunu bile bilmeyen bir nesil olduğunu ve kendi âkıbetinin öyle olacağını düşündükçe daha bir dertlenir..
İşte orada, 'mankurtlaşma' faciasını daha derinden hisseder..
(Burada, ülkemizde de, 1923-50 arasındaki 27 yıllık Tek Parti Diktatörlüğü döneminin farklı olmadığını hatırlamalıyız. Hattâ öylesine ki, 1948'lerde Prof. Tahsin Banguoğlu ve Nihad Erim'in hazırlayıp CHP'ye sundukları bir rapor vardır.. Orada, halkın, cenazelerini inançlarına göre gömecek kimseleri bile bulmakta zorlandıklarından söz edilmekte ve bir sosyal tepkinin bütün devrimleri yıkıp geçebileceği korkusu dile getirilmektedir.. Bir bakıma, İmam-Hatib okullarının ilk arayışları o dönemde başlar..
Biz o dönemin romanını bile yazamamışızdır.. çünkü, o dehşetli devrimlere temelden karşı çıkacak şekilde itiraz yükselten herkes üzerine, 'kemalist devrimcilik histerisi'yle, irtica diye, tonlarca cîfe boşaltmaya kalkışılır.. Yani, bizdeki 'tek parti diktatörlüğü' dönemi, Stalin döneminden daha mülâyim değildir ve aynı mankurtlaştırma ameliyesinden geçmişizdir..)
*
Köklerinden uzaklaşmış her ruhsuz insanın kendinden bir şey bulacağı 'mankurt' kavramı, gerçekte günümüzdeki aslına yabancılaş(tırıl)an kişi ve toplumları anlatır..
Aytmatov, romanında ünlü kırgız efsanesi olan Manas Destanı'nın küçük bir bölümünde yer alan Nayman Ana efsanesindeki 'mankurtlaştırma' ameliyesini anlatır.. Nayman Ana'nın oğlu Colaman esir düştüğünde işkenceyle 'mankurt' haline getiriliyor. 'Mankurtlaştırma' kısaca, düşmana esir düşen veya egemen güçlerin tahakküm mekanizmasına takılan gençlerin, kendi öz ailelerinden aldıkları değerlere düşman hâle getirilmesi ameliyesidir..
Nayman Ana efsanesinde göre, kafalarının derileri yüzülüp, üzerine tuz dökülerek, kızgın güneş altında günlerce bekletilen ve yaraları kurtlanan genç insanlar çıldırırlar ve kendi ana-babalarına ve onların değerlerine karşı derin bir nefret ve tiksinti ile düşman kesilirler..
Bu efsaneyi okurken, sadece Stalin Sovyet Rusyası'nın Kırgızlara uyguladığı korkunç yabancılaştırma ameliyeleri değil, bizim ülkemizde devrim adına gerçekleştirilenler anlatılıyor sanırsınız.. (Sinan çetin'in, 'Emrediyorum, mutlu ol!' isimli kısa metrajlı filmini youtube'dan bir daha seyretmenin tam zamanı..)
Yedigey'in, Sâbitcan'a, 'Sen bir mankurtsun!' deyişi ve ümidsizliği.. Ve sonra karşısına çıkan bir kırgız teğmenine, mezarlıkla ilgili problemi çözeceği inancıyla konuyu açmasıyla ortaya çıkan tablo da bildik bir tavırdır.. Teğmen ona, 'Tovariş (yoldaş), rusça konuş!' der.. Diğer konuları konuşmaya bile gerek yoktur.. Yedigey, anlar ki, o da 'mankurt'laşmıştır..
Boranlı köyündeki insanların onca maddî ve manevî yoksullukları, ruhî perişanlıklarına rağmen, hayatta kalma ve mutlu olabilme çabaları da ilginçtir..
Ama, yetiştiği sosyal ve ideolojik çerçeve içinde Aytmatov'dan, toplumun iç sancılarını belirlemesinin ötesinde, o inanç değerlerinin aslî yapısına göre yeni bir şekillenme ve uyanma önermesi beklenmemeliydi.. O, halkının gelenek değerlerine vurgu yaparken, onu isimlendirememesine, bu yüzden şaşmamalıdır..
Başka toplumlarda ve bizim toplumumuzda da, kendi aslî değerlerine irtica diye, yaldızlı birtakım yabancı ideolojiler adına saldırarak, nasıl bir mankurtlaştırma tezgahlandığını unutmayalım.. Bizlere, çok şeyler öğreten Aytmatov'u yeni yurduna uğurlarken, Allah'u Tealâ'nın kulları üzerindeki her türlü tasarrufunun rahmet olacağını bir daha hatırlayalım..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.