Belkıs İbrahimhakkıoğlu

Belkıs İbrahimhakkıoğlu

Göz Tokluğu

Göz Tokluğu

Gelecek kuşaklar küçücük evlere büyük dünyaların nasıl sığdığını hiç bilmeyecekler. Zira toplumumuz artık, her değerin ancak sayılara vurulunca anlaşılır olduğu devirlere devrildi. Oturduğun ev kaç metrekare, araban kaç model, gelirin kaç lira, üzerindekini kaça aldın,...vs. Hayatımızı artık kaç sorularına karşılık verdiğimiz cevaplara göre ayarlamaya çalışıyoruz.
Mecbur kaldığı için iki göz dama sıkışanları hariç tutarsak, tercih olarak seçilen küçük evlerde genellikle tek kişilik gel geç hayatlar yaşanıyor. Çoğumuzun gözü büyük evlerde. Kocaman salon, kocaman odalar, kocaman mutfak... Hacimler kocamanlaştıkça gelir düzeyindeki eşitsizlikler daha da açığa çıkıyor ve sosyal geçmişimizden kopuk, henüz tanımı konmamış nevzuhur sınıflar oluşuyor. Diğer yandan sayılar büyüdükçe gönlümüz o nispette daralıyor. Ne kadar geniş olursa olsun mekânlara sığamıyoruz.
Gelecek kuşaklar “Tanrı misafiri”nin ne demek olduğunu ve kapısı misafire açık evlerden bereketin eksilmeyeceğini de bilmeyecekler. Çünkü hesap dışı misafirin de, bereketin de sayılarla sınırlandırılan dünyada karşılığı olmayacak. Sayısal değerin amaç edinildiği sistemde mekânlar kendini merkez gören bireysel zevklere göre düzenlendiğinden kalabalık misafirler için yere serilen yataklar bu düzenlemede yer bulamayacak. Düğünlerde cenazelerde kalbi paylaşımlar, imece usulü yardımlaşmalar eski kitapların sayfalarında kalacak.
Sayılarla düşünülen dünyada “tokgözlü” deyiminin ne anlama geldiği de bilinmeyecek. Hatta belki yaşama alanını yitirdiğinden deyimin kendisi unutulacak. Çünkü mahremiyet gibi, hamd etmek gibi, kanaat gibi, sabır ve tevekkül gibi tokgözlülükle akraba vasıflar yeni dünyanın normlarına uyumsuzluktan bütün olarak giderek hayattan çekilecek.
“Onca varlık var iken/gitmez gönül darlığı” diyor, Yunus Emre Hazretleri. Dünya hırsı her devirde insanların imtihanı olmuş. Ama günümüzde hırs ve tamah, bireysel değil de neredeyse toplumsal karakter olmaya doğru gidiyor. Her kesimin ortak yarışı. Madde ve mânâ arasındaki dengeyi anlamamızı ve içselleştirmemizi sağlayacak eğitim ocaklarından mahrumuz. Bilmek yetmiyor hâl edinmek lazım. Tıpkı Halife Ömer ibni Abdülaziz zamanında olduğu gibi, tıpkı Osman Gazi zamanında olduğu gibi.
Ömer ibni Abdülaziz zamanında devlet, zekat verecek fakir bulamamış. Yoksul olarak bilinen hangi kapı çalınmışsa hane halkı şükürlerle durumlarının iyi olduğunu, geçinmekte sıkıntı çekmediklerini bildirmişler. Gerçekten öyle miydiler, geçim sıkıntısı çekmiyorlar mıydı? Öyle olsaydı, kapıları çalınmazdı. Fakat onlar tokgözlüydüler. Rızkı verene teslim olmuşlardı, hâllerinden şikâyet etmiyorlardı. Dışarıdan bakıldığında sıkıntı olarak görünen onlara zor gelmiyordu. Dünyayla kavgaları yoktu. Yüzlerini Rabblerine çevirmişlerdi.
Benzer durum, Osman Gazi döneminde yaşanmış. Aynı şekilde zekat verecek aile bulunamamış. Yoksullar, önce biz dememişler, bizden daha yoksulu vardır diyerek haklarından feragat etmişler. Fatih Sultan Metmed’in, fetih öncesi halkın durumunu yoklamak için tebdil-i kıyafetle dolaştığı söylenir. Bir sabah alışveriş yapmak istediği esnaf, “Ben bugün siftahımı yaptım, komşum yapmadı, ondan alışveriş yapın” diye onu komşusuna yönlendirmiştir.
Günümüz anlayışıyla bu ruhları anlamak zor. Bizim gibi olmayanlar ille de bize benzesinler diye onları da sayılarla sınırladığımız dünyanın içine sığdırmaya çalışıyoruz. Yalan yanlış tahliller yapıyoruz. Örnek alıp kendi dünyamızı genişletmek işimize gelmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Belkıs İbrahimhakkıoğlu Arşivi