Bab-ı Alîdeki tiraj şikesine dikkat!
Son ayların popüler tartışması futbolda şike ve tabii ardından televizyon dizilerindeki reyting ölçümlerinde şike.
Biliyorsunuz Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım şike sanığı olarak içerde. Rivayet o ki, önceleri Türkiyede futbolda şike diye bir şey bilmezlermiş. Herkes sahaya çıkar, alnının teri ile topunu oynar ve kazanan kazanır, kaybeden de kaybedermiş. Gel zaman git zaman bu Aziz Yıldırım denen zat-ı muhterem ilk defa şikeyi icat etmiş, hem de örgütlü çete! Ondan bu işi öğrenen rakipleri de zaman zaman bu ahirzaman hilesine başvurmuşlar. Söylenen o ki, bazen rakip takımın kalecileri bile bile gol yemişler ve onlara Para gibi Aziz ol evladım diyerek bir miktar teberruda bulunulmuş. Gün gelmiş, işin kokusu çıkmış ve şu anda bir ucu cezaevlerine uzanan olay yaşanmış, hâlâ da yaşanmakta.
Ardından bu İnce ince Azizce olayını öğrenen diğer rakipler de denklemin inceliklerini çözmüşler ve de aynen uygulamışlar.
Bu arada televizyonlarımızda yayınlanan ünlü dizilerimizin yapımcıları da buna benzer bir yol bulmuşlar kendilerine. Maksat reytinglerini yüksek gösterip 3 milyarlık reklam pastasından pay kapmakmış. Başarılı da olmuşlar. Türkiyenin değişik yerlerine yayılan 2500 deneğin adreslerine bir türlü(!) ulaşan dizi yapımcıları onların kendi dizilerini seyretmesini sağlayarak reyting şampiyonu olmuşlar ve reklam pastasından aslan payını almışlar. Bu arada 2500 denek de ihmal edilmemiş tabii. Sev beni, seveyim seni! Deneklere de beyaz eşya, para gibi ödüller verilmiş.
Şimdi 2 önemli şike olayı ve bunun sonucunda da kazanılan çok büyük paralar söz konusu olmuş.
Bu iki şike olayını gündemine taşıyan ve haftalardır aleme dürüstlük dersleri veren Bab-ı Alî basını da hiçbir gün İğneyi de kendimize batıralım dememiş. Gerçeklerle yüzleşmek zordur tabii. Sayın şikeciler, şaka yaptığımı sanmayınız. Bab-ı Alîdeki reklam pastası sizin iştigal ettiğiniz alanlardan daha az değildir. Şikenin daniskası bizim uhdemizdedir. Mesela bu piyasada 8-10 bin kadar tirajı olan gazeteler 50-60 bin tiraj göstermekle ve ona göre reklam almaktadır, yani iş adamları keleğe gelmektedir. Bir büyük gazete de her gün en az 100.000 gazeteyi fazladan basmakta ve bunun parasını değişik iş adamlarından sevabına tahsil etmektedir. Yani pratik bir hesapla her gün 100.000 ekmeği çöpe atmaktadır.
Benim kâğıt toplayan bir dostum(?), o iş yerine gelen ve her gün 20 tanesi dağıtılan gazetelerin 180 tanesini paketleri bile açılmadan hurdaya vermekte. Bunların yekûnu ise 100.000. Ben, Bu gazeteleri basmadan o iş adamlarından parasını alsanız dediğimde de, bunu doğru bulmadıklarını söyleyen bu kardeşlerimiz, basılan fakat her gün hurdaya verilen bu gazetelerde de israfın ne kadar günah olduğunu da sayfalarca yazmaktadırlar.
Bir başka tirajda şike ise basılan ve petrol istasyonlarında ve marketlerde dağıtılan bedava gazete olayıdır. Onlar da basılmakta ve oralara bırakılmaktadır. Oralarda ilk örneğine göre nisbeten bir dağıtım vardır, ama netice itibariyle satılmayan, talep edilmeyen ve haksız rekabet oluşturan bir durum vardır. Bütün bu tiraj şikesini yapan basınımız aslanlar gibi Aziz Yıldırıma ve televizyon şikecilerine saldırmaktadır.
Şike tartışmaları sırasında aklıma hep Hz. İsaya ait bir olay gelir. Recm cezasına çarptırılan bir kadın için Hz. İsanın İlk taşı günahsız olan biri atsın demesi ve ellerinde taşlarla bekleyenlerin birdenbire oldukları yerde donakaldıkları!
Külahımızı önümüze koyup düşünelim Allah aşkına, daha ne kadar Ele verir talkını, kendi yutar salkımı oyununu oynayacağız?
Cübbeli Ahmet Hoca için...
Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın,
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!
Necip Fazıl Kısakürek
Üstadın bu mısraı sadece bizim için değil, düşmanlarımızın tarafından da bizim için geçerlidir.
Baksanıza Fatih, Çarşambadaki Mahmut Efendi cemaati uzun zamandır düşmanlarımız tarafından mercek altına alınmıştır. Bayram Ali Öztürk ve Hızır Ali Muratoğlu Hocanın şehadetinden sonra gözler Cübbeli Ahmet Hocaya çevrilmiştir. Hedefteki isimler öyle ya da böyle oyun dışına çıkarılmalıdır. Bunun için her yol mübahtır(!).
Ergenekon belgelerinde de Fatih/Çarşambanın yok edilmesi konusu yer aldığına göre, buradan düşmanlarımıza karşı ciddi bir tehdit söz konusudur. Fincancı katırları burada yetişen nesilden ürkmekte, korkmakta ve bu kaynağın kanaat önderlerine karşı sonuna kadar yok etmeye dönük bir eylem içinde olmaya kararlıdırlar.
Ben üç yıl önce Cübbeli Ahmet Hoca ile Acarkentteki evinde Vakit gazetesi Ramazan sahifesi için bir söyleşi yapmıştım. Yanımda Haber Müdürümüz Nazif Karaman Bey de vardı. O gün yüzlerce resim çektik evinde. Bilhassa kütüphanesine hayran kalmıştım. Hoca ile yapılan belki de en ilginç röportajdı. Taa o gün üç saat kaldığım o evde Cübbeli Hoca için içimde şu kanaat oluşmuştu. Süt gibi beyaz ve saf bir insan. O konumdaki bir insan için bu tesbitim hem avantaj, hem de dezavantaj olarak göründü bana.
Hoca, dostlarını ve düşmanlarını ayıramayacak bir vasıfta idi. Nitekim, dost bildikleri ve yanına kadar sokulanlar onu kalbinden vuracaklardı. O gün bize evinin bütün odalarını gezdirmişti ve Hocanın ince zevkine hayran kalmıştım. Asla israfa kaçmadan zevkle döşenmişti. O evlerden İstanbulda onbinlerce varken Cübbeli Hoca için saray yavrusu, villa gibi benzetmelerle ille çamur atılmış, ardından bugün daha büyükleri vizyona sokuluyor. Ben bu çamuru atanların o çamurda boğulacaklarına inanıyorum.
Cübbeli Ahmet Hocanın Bu iftirayı yapanların üzerine, Allahın ve meleklerin laneti yağsın bedduası beni iliklerime kadar titretti. Hepsinin sonunu bekleyip göreceğiz. Dualarımız, Cübbeli Ahmet Hocanın selameti için! Şüphesiz Allahın adaleti büyüktür!