28 Şubat’çı medya patronları Bab-ı Ali’de, paşalar da Sincan
Hâlâ 28 Şubat konuşuluyor. Tüm gazeteler, televizyonlar, radyolar “Nasıl bir darbeydi, modern mi idi, postmodern mi idi” bunları tartışıyor. O günlerin gazete manşetleri sık sık televizyon ekranlarına yansıyor.
"Tanklar Sincan’da”, “Topyekûn savaş” gibi buram buram tehdit kokan manşetler yine kulaklarımızı tırmalıyor. Ve bir gerçek her zamanki ustalıkla gizleniveriyor. Bu darbenin gerçek sebebi ve gerçek aktörleri kimlerdi? Bir irtica tehdidi var mıydı yoksa bu görüntü, ekonomik bir sebebin üstüne örtülmüş uydurma bir mazeret miydi?
28 Şubat dönemine dönüp bakarsak o günlerde Başbakan Prof.Dr. Necmeddin Erbakan’ın yakında kuyusunun kazılmasına sebep olacak bir uygulamayı başlattığını görüyoruz. Bu “havuz sistemi” denilen ve Türkiye’deki en büyük hortumu kesen bir hareket olarak tarihe geçecekti.
O günlerde Türkiye’deki medya patronlarının da bankaları vardı ve bu bankalarda tüm kamu kuruluşlarının paraları sıfır faizle tutuluyor, onlar da bu kurumların başında olan zevatı bir şekilde memnun ediyorlardı. Hoş “eşek” değildiler ya, “kazın geleceği yerden, kaz tüyü” esirgenmezdi. Devletin trilyonları bazen bir altın iğneli kravata peşkeş çekiliyordu. Bu özel bankalar sıfır faizle aldıkları bu parayı yıllık % 140 faizle devlete satıyorlardı.
Erbakan Hoca, birden bire kurduğu havuz sistemi ile rantiyecileri “kurt kapanı”na sıkıştırıyordu. İlk önce Hoca ile randevu alarak görüştüler ve havuz sisteminden acele çıkılmasını önerdiler. Oysa Hoca, memura % 55, askere de % 85 zammı, karşılıksız para basmadan, bu havuz sistemi sayesinde, yani hortumcuların bir hortumunu keserek vermişti. Tabii Hoca’dan ret cevabı aldılar ve o günden sonra kılıçlar çekildi.
Medya patronları ile 28 Şubat’ın rantiyeci paşaları birlikte bir ittifak kurarak Refah-Yol’a karşı adeta bir meydan savaşı başlattılar.
Bence 28 Şubat’ın en önemli aktörleri paşalar ve onlara emaneten verdiğimiz ve namlusu bize çevrilen tanklar değil, tam aksine bize ilk hücum eden makineli tüfekler Bab-ı Ali’den ateşlenmişti. Ateş edenler ise banka sahibi malum gazetelerin patronları, başyazarları, genel yayın müdürleri, yazarları idi. Düşman mı, onu bulmak kolaydı. Nasıl olsa medyanın çok etkili bir illüzyon gücü vardı. Hemen bir tiyatro kuruldu.
Bu oyunun başrolünde Aczmendiler, onun lideri Müslüm Gündüz, sahte şeyh Ali Kalkancı ve bir tesettür mağazasına götürülüp giydirilen Fadime Şahin adında genç bir bayan oyuncu da vardı.
Bu oyuncuların başrolünü oynadığı tiyatro oyunu aylarca kapalı gişe oynadı. Millete artık televizyon ve gazetelerde Aczmendi görüntüleri ve Ali Kalkancı-Fadime Şahin seyretmekten gına gelmişti. Tabii bu arada askerlere de “irtica geliyor, laiklik gidiyor” şarkısını her gün tam kadro söylemek görevi verilmişti.
Koskoca Genelkurmay, irticacı firmalar listesi yayınlıyor ve halkı bu firmaları boykota çağırıyordu. İşin tuhaflığına bakınız ki, İzmir’deki bir meyhane de irticacı ilan edilmişti.
Sonradan anlaşıldı ki, daha önce oraya giden harp okulu öğrencileri kavga çıkarmışlar ve garsonlarla bir restleşme yaşanmıştı. Böyle bir imkân çıkınca da devreye “irticacı firma” yalanı sokulmuştu.
Neyse ki meyhane ile irtica muhtevaları itibariyle bir araya gelemiyordu. Genelkurmay’ın bu tuhaf çıkışı irticacı diye adlandırılan pek çok firmanın satışlarını patlatmıştı. Öyle ki OYAK’ın ortağı olduğu bir bisküvi firması da Genelkurmay’a başvuracak ve “Satışlarımız düştü, bizi de irticacı firma listesine alınız” diyecekti.
Halk inadına o firmalardan alışverişe yönelmiş ve satışlarını patlatmıştı. Banka sahibi medya patronları ve paşalar, yedek parça olarak kullandıkları Süleyman Demirel ve avenesi ile Mesut Yılmaz’ı da devreye sokarak Refah-Yol hükümetini devirdiler.
Bu arada Başbakan Necmeddin Erbakan ve İçişleri Bakanı Meral Akşener çok ağır hakaretlere maruz kaldılar. Bir alçak paşa, Akşener’e haber göndererek “Gelip, onu bakanlık önünde kazığa oturtacağız” diyecekti.
Akşener’in bir basın toplantısı yaparak bu çirkin ve ahlaksız sözleri halka götürmesini Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Ordunun itibarı zedelenir” diyerek engelleyecekti. Aynı seviyesizliği Osman Özbek adında bir paşa Başbakan Erdoğan’a küfre kadar götürecek ve bu olay da sineye çekilecek, Genelkurmay kendi paşasını adeta alkışlayacaktı.
Bugün her yerde 28 Şubat konuşuluyor. Bence o günlerin gazete ve banka sahibi patronları, genel yayın müdürleri, darbe şakşakçısı yazarları, 28 Şubatçı paşalara hukuki bir balans ayarı yapılarak geçmişin hesabı sorulmalıdır.
Medya patronları Bab-ı Ali’de bir binada, paşalar da Sincan’da bir çadırda yargılanmalıdır. O zaman hukukun en yüce bir değer olduğuna yeniden inanacağız.