Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Uyanık olmak zorundayız

Uyanık olmak zorundayız

20 yıl önce, miladî-1987 yılı Eylûl ayına denk gelen Hacc mevsiminde, Mekke’de, hacı adaylarının Arafat’a çıkmalarının iki gün öncesinde, 47-48 dereceyi geçen bir kavurucu çöl sıcağında, 430’u İran’lı hacı adayları, 80’i de Suûdî güvenlik güçlerinden olmak üzere 500 kadar insanın öldürülmesiyle sonuçlanan korkunç hadiselerin öncesini hatırlıyorum..
O gün, saat 16’00’dan sonra başlayacak olan ve Haccın fonksiyonlarından birisi olarak değerlendirilen, ‘müşriklerden, kafirlerden uzak olunduğu’nu açıklamaya vesile olmak üzere tertib edilen ‘Beraet min-el’muşrikîn’ yürüyüşü öncesiydi.. O gün, 150 bin kadarı İran’lı olmak üzere, diğer ülkelerden insanların da katılımıyla büyük bir miting tertiblenecek ve Amerika, Sovyet Rusya ve siyonist İsrail protesto edilecekti..
Günlerden Cuma idi ve Kâbe’de, ‘Mescid’ul Haraam’da kılınan Cuma namazından sonra civarındaki, ünlü Ebû Sufyan Bazaarı’nda, -her zaman namazdan sonra hemen açıldığı halde- kepenkler açılmamıştı.. Daha önceki Hacc zamanlarında da yapılan bu yürüyüşler öncesinde alınan tedbirlerin çok ötesinde fevkalade tedbirler alındığı ve bir şeylerin olacağı veya planlandığı hissediliyordu.. Ve, kemerlerinde gaz bombaları olan gazmaskeli binlerce güvenlik gücü her tarafta gözüküyordu; havada da helikopterler.. O yürüyüş öncesi yapılan son değerlendirme toplantısında, ‘fevkalâde şeyler olabileceği’ne dair intibalarımı anlattığımda, bazıları gülmüşler ve benim korktuğumu düşünmüşlerdi..
Halbuki, 1-2 saat sonra olanlar, ‘korkunç’ kelimesiyle bile ifade edilemeyecek derecedeydi..
Yalnızca hislerle hareket etmek elbette yanlıştır, ama, hissiz, sadece objektif akılla hareket etmenin de, insana, ancak bomba patladıktan sonra tedbir düşündürttüğünü de unutmayalım.
*Bunu niye hatırladım şimdi..
21 Aralık günü, bir taraftan yazımla meşgul oluyor, bir taraftan da Tayyîb Erdoğan’ın Bayram münasebetiyle İstanbul’da yaptığı konuşmayı televizyondan takib ediyordum.. Başbakan, ‘inanç ve düşüncesinin gücüne güvenen insanların başkalarının hayatını yok etmek gibi bir tavrının olmasının müslüman olarak kabul edilemeyeceğini’ ifade ediyordu ki, internetten birisi bağlanıverdi..
Bu gibi bağlantılar sık sık oluyor. Hattâ, bazıları kuru-sıkı nutuk havasında bile olabiliyor..
Ama, şimdi, tam da Başbakan’ın temas ettiği konulara sanki ânında cevab veriliyormuş gibi, nazîre yapılırcasına bir mesaj düştü ekrana..
Muhatabım, ânında verdiği ve kendi bakış açısına göre tutarlı sayılabilecek, düzgün cümlelerle yazıyordu, perde gerisinden.. ‘Hükümeti uyarmamıza rağmen, hâlâ tedbir almadı ve bir papaz öldü biri de yaralandı, bundan sonraki hedef M..’ diyordu.
Perde gerisinden seslenen bu kişiye, ‘Siz birilerini öldürmek hakkını kimden ve nereden alıyorsunuz? Daha önce de sizin gibiler birilerini öldürüp sonra da, (ülkemize zarar vereceğini bilseydik yapmazdık, pişmanız..) demediler mi?’ dedim..
Karşımdaki kişi, ’Senin evladının beynini yıkasalar, dinini değiştirseler ne yaparsın, bu ülke müslüman..’ diye yazınca, ona, ’misyonerler çalışıyorsa, bunun çaresi, müslümanların dinlerini öğrenmeleridir.. Bakınız bakalım, misyonerlere takılanlar daha çok, İslam hakkında hiçbir eğitim almamışlar arasından çıkmıyor mu? Kaldı ki, az-biraz İslamî eğitim almış birisi de, dinsiz bile olabilir, ama, hristiyan olması neredeyse sıfır ihtimaldir.’ cevabını verdim.
Karşımdaki, beklediği cevabı almamış olmalı ki, ’Sonuçta M. dikkat etsin kendine..’ diyordu; ’çünkü en yakın zamanda ziyarete gideceğiz..’ diye de ekleyerek..
Ona, öldürmenin çözüm olmadığını hatırlatmak için epeyce dil döktüm ve ’Kendinize de, ülkeye de yazık edersiniz, yanlış yoldasınız.. Müslüman iseniz, inancınız açısından yetkili olmadığınız halde bir şeyler yapmış olursunuz.. Müslüman değil de sadece nasyonalist filan iseniz, o zaman da ülkenize, halkınıza büyük zararlar vermiş olursunuz.. Benden dostça bir hatırlatma..’ dedim..
O yine, ’Bu ülke Türkiye’dir ve Türkiye kalacaktır. Bizim mücadelemiz ülkemiz içindir.’ demeyi sürdürüyordu..
Ona, ’İttihadçılar da Türkiye diye diye batırdılar ülkeyi.. ülkemiz için mücadele, bir kaç kişiyi öldürmekten değil, ülke ve halkı, maddî ve manevî açıdan güçlendirmekten, islamlaştırmaktan geçer..’ hatırlatması yaptım..
O ise, ’Gereken emir verildi, .. Aslanları gerekeni yapacaklar..’ dedi ve daha sonra da, beni liderleriyle görüştürmeyi ve düşüncelerimi ona anlatmamı teklif etti.. ’Sizinle ilgili her şeyi biliyoruz..’ da diyerek, âdetâ bir gizli tehdid havasında..
’Hakkımda bildikleriniz noksan ise, tamamlayabilirim.. Ama, siz, perde gerisinde bir takım karartılarsınız’ dediğimde ise, ’Gerektiği zaman biz kendimizi tanıtacağız.’ dedi muhatabım ve ekledi: ’Umarım gazetedeki yazılarınızda bizimle ilgili yazılar yazmazsınız..’
Anlaşılıyordu ki, beni bilerek seçmişti, muhatabım. Belki hava oluşturmak istiyor, görüşlerini test ediyordu.. Belki de bazı şeyleri haber veriyordu, gelecekte kendisini kurtarmak için..
’ülkesinin iyiliğini düşünen sadece siz olmadığınıza göre, ben de ülkemin ve müslümanların hayrına olduğuna karar verirsem, bunları yazabilirim..’ dediğimde ise, ’Sen bilirsin, sadece biraz erken olduğunu düşünüyoruz. Eğer yazarsanız şunu da yazın, Hükûmet, M.’a, Apo’ya ve ... kendisine dikkat etsin!’ diye lûtfetmeyi de ihmal etmedi muhatabım...
Kimdi bu? Bizi takib eden birileri varsa… Buyursun, biz buradayız..
Ancaaak, bir niyet yoklaması veya kamuoyu oluşturma çabası veya bir fısıltı gazetesi ile havayı zehirleme çabası da olabilir.. Elbette planlanan bir eylemin ipucu da olabilir.. İşin ilginç tarafı, muhatabım, (mehmetcik [email protected]) adresinden temas kuruyordu, benimle.. Yarınlarda birilerinin bilgisayarından böyle bir takım yazışmalar da ortaya çıkabilir.
Benzer yazışmalarla hepimiz karşılaşabiliriz.. Bunlara sadece, ’deli saçması’ deyip geçilemeyeceğini, Hrant Dink ve Malatya cinayetlerinden sonra ortaya çıkan bilgisayar yazışmaları veya telefon görüşmeleri de öğretmiş olmalıdır.. Ve günümüz teknolojisinin geniş imkanları içinde, istendiğinde, bu gibi kimselerin kimler olduğu ilgililerce hemen bulunabilir.. Ve müslüman insan da uyanık olmalı ve her yerde, gizli veya açık diye bir durumun olmadığını anlamalı ve her yerde, savunabileceği söz ve tavırları sergilemeye dikkat etmeli ve tongaya düştüklerinde, ’Aaaa, dinlendiğimizi, takib edildiğimizi bilmiyorduk..’ gibi safça tavırları tekrarlamamalıdır.. (Bu gibi halleri sıkça görüyoruz da..)





Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi