Sayın Çevik Bir, “ceza da bir tür mükafattır!”
Ve 28 Şubat’ın “Küçük dağlar şöyle dursun, büyükleri biz yarattık!” havasındaki paşalarının süngüleri düşüverdi. Artık onları mahkemede mahzun bir şekilde avukatların, savcıların ve hakimlerin gözlerine bakarken göreceğiz. Aynı zamanda sızlanacaklar, “Nerede bizim arkadaşlarımız, nerede genç subaylar? Nerede irtica ile mücadelemiz?” İlker Başbuğ Paşa da “Hani nerede eski genelkurmay başkanlarımız, silah arkadaşlarımız?” dememiş miydi?
Burada Mustafa Özdamar üstadımızı hatırlıyorum birden. Diyordu ki bir yazısında “Ceza da bir tür mükafattır.” İşlediği suçlara mutlaka bir kılıf bularak insanı yanıltmayı bir gelenek haline getiren nefsimize karşı bize ona karşı durma ve galabe çalma fırsatı verir o sevimsiz cezalar. Yeter ki verilen cezalar adilce olsun. İşte bunu simgelemek için “Şeriatın kestiği parmak acımaz” demiştir büyüklerimiz.
Şimdi 12 Eylülcüler de, 28 Şubatçılar da artık adaletin şefkatli kollarındalar. Durup düşünecekler hapishane odasında. “Yahu, biz halkın oyları ile seçilmiş bir başbakana bu alçakça muameleyi nasıl reva gördük? İçişleri Bakanı Meral Akşener’e, üstelik bir de bayan olan bir siyasetçiye nasıl ‘Gelirsek seni bakanlığın önünde kazığa oturturuz’ dedik? Hiç mi utanmadık, hiç mi sıkılmadık? Akşener’e yapılanlar kendi bacımıza, kardeşimize yapılsa razı olur muyduk? Bir başbakana en ağır küfürleri yapan arkadaşımızı bağrımıza bastık.
Üniversite kapısında okumak isteyen başörtülü kızların gözyaşlarına gözlerimiz kör, feryatlarına kulaklarımız sağır muştu. Yüreklerimiz Anıtkabir’in duvarları gibi taşlaşmıştı adeta. Tarifi bile yapılmamış bir irticanın paranoyası içinde bugün hatırladığımızda utanacağımız pek çok şey yaptık. Düşünsenize 6 milyon insanı fişledik.
Hele verdiğimiz irtica brifinglerinde bizi kuzu kuzu dinleyen ve ansızın emir komuta zincirimize dahil olan gazete patronları, özel televizyon sahipleri, yazarlar, sanatçılar, ünlü iş adamları, hakimler, savcılar, avukatlar, yüksek yargı mensupları, rektörler, üniversite hocaları, bürokratlar ve ne kadar küçük olduklarını zaman içinde anladığımız siyasi parti başkanları ile aveneleri...
Aslında keşke bu 28 Şubat operasyonu daha önce başlasaydı da bu muhasebeyi çook önceden yapsaydık. ‘Son pişmanlık fayda vermez’ derler ama yine de vicdanlarımızın rahatlaması için geçmişte hesaplaşmaya mecbur sayıyoruz kendimizi.
Dört duvar arasında hep bu soruya cevap arayacağız: ‘Acaba biz nerde yanlış yaptık?’ Sincan’da yürüttüğümüz tanklar bizim babamızın malı değildi. Bize kendilerini dış düşmanlardan korumak için halk tarafından alınmış ve emaneten bize verilmişti. Biz o tankların namlularını halka çevirirken acaba nasıl bir halet-i ruhiye içinde idik? Eşlerimize ve çocuklarımıza ‘Sakın bizi düşünmeyiniz, zira bugün vicdanlarımıza vurduğumuz prangalardan kurtuluyoruz. Sizin yanınıza bir gün döndüğümüzde daha temizlenmiş olacağımızdan şüpheniz olmasın!’ diyeceğiz.”
Evet, kendisi de bir 28 Şubat mağduru olan ve Genelkurmay tarafından fişlenip takip edilen Üsküdar FM’in Genel Yayın Yönetmeni Fatih Uğurlu, 28 Şubatçılar adına bir nefs muhasebesi yapıverdi. Onlar bunu böylesine açık-seçik yapabilirler mi bilemiyorum. Bekleyip göreceğiz. Benim fişlenme hikayeme gelince, 28 kısım tekmil-i birden, haftaya bu köşede olacak. Okumaya devam edebilirsiniz, zira artık fişlenme devri kapandı, şimdi devir darbeciler için “Afişlenme!”