Düşmanken kardeş olmak
İnsanlar için her bakımdan örnek alınacak tek insanın Kutlu Doğum'u her yıl olduğu gibi bugünlerde değişik etkinliklerle kutlanıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı etkinliklerde öne çıkıyor ama Kutlu Doğum giderek toplumun her kesiminin sahip çıktığı, yoğun bir katılımda bulunduğu veya konferans, sempozyum, mevlit, yardımlaşma, tebrik veya sohbet faaliyetleri gibi kendi çabalarıyla da organize ettiği bir sosyal fenomen halini almış bulunuyor.
Kutlu Doğum başka İslam ülkelerinde bu kadar büyük bir katılım ve heyecanla kutlanmıyor. Bunun bir sebebinin Türk ve Kürt halkının İslam anlayışında ve duygularında Peygamber sevgisinin kendine özgü bir ağırlığının olması. Daha önce bir Suudi bayan sosyologun bu konudaki bir açıklamasını aktarmıştım: Türkler muhtemelen baştan itibaren Arapça'yı bilmedikleri için Kur'an'la Araplar kadar güçlü bir iletişim kuramadılar, onun yerine Peygamber'in şahsiyeti hakkında duyup öğrendikleri, Müslüman Türkleri (ve Kürtleri) ilk anda daha fazla etkiledi. O yüzden Türklerde Peygamber sevgisi İslam anlayışlarında ve hayatlarında daha büyük bir ağırlık kazandı. Azımsanmayacak ama kuşkusuz tartışılabilecek bir açıklama olarak kaydetmiştik bunu.
Türkler için yapılan bu açıklamaya özellikle Kürtleri de kattım. Çünkü o sosyolog hanımefendinin Türkler için söyledikleri doğru kabul edilirse, aynı şeyi Kürtler için de tamı tamına söylemek mümkün.
Özellikle son yıllarda Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerde Peygamber'in Kutlu Doğumu için düzenlenen gerek Diyanet'in gerekse de buradaki sivil toplum kuruluşlarının organize ettiği etkinliklere halkın olağanüstü bir coşkuyla katılımı olağanüstü bir ilgiyi hak ediyor. Her yıl Peygamber sevdası adına meydanlarda düzenlenen kutlu doğum etkinliklerine yüzbinler katılıyor. Bu yıl Batman'da, Diyarbakır'da, Gaziantep ve Şanlıurfa'da ayrı ayrı yapılan kutlamalarda Peygamber, Türkçe ve Kürtçe konuşmalarla ve mevlitlerle anılıyor.
Bu yüksek katılımlı ve coşkulu etkinliklerin kuşkusuz haber değeri var, ama bunu değerlendirmeyen medyanın bu konuya olan ilgisizliği ayrı bir haber konusu olmayı hak ediyordur.
Önceki gün de Gaziantep'te Kürtçe yayın yapan Dünya TV'nin canlı olarak verdiği başka bir Kutlu Doğum etkinliği Mustafa Kamil Ocak Stadı'nda onbinlerce insanın katılımıyla gerçekleşti. Türkiye'nin her yanında bu etkinliklere katılım bir hayli yüksek ama Güneydoğu şehirlerinde Kürtlerin katılımı gözle görülür bir biçimde fazla. Bu katılım ciddi sosyolojik değerlendirmeleri hak ediyor doğrusu.
KÜRTLERİN DİNSEL ASİMİLASYONU
Kürtler asimilasyona karşı sergiledikleri siyasal duyarlılıkta şimdiye kadar daha ziyade dillerinin altını çizmiş görünüyorlar. Oysa kültürel asimilasyonun bir boyutu da dinsel asimilasyondur ve Kürtler bu konuda sadece devletin değil aynı zamanda laik-sosyalist Kürt örgütlerinin politikalarından da muzdaripler.
Kürtlerin etnik kimliklerinin altı çizilirken kimliklerinin asli unsuru olan dinleriyle ilişkileri de mücadele süreci içinde azaltılmaya çalışıldı. Kürtlerin önemli bir kısmı o yüzden hem devletten hem de örgütten yana çifte bir sekülerleştirici baskıyı hissetti.
Oysa Kürtlük tarih boyunca en az Türklük kadar İslamla özdeş bir kimliktir ve Kürdün sekülerleşmesi Türkleştirilmesinden daha az bir asimilasyon değildir.
Doğrusu, insanların dinlerinden etnik kimliklerinin daha fazla öne çıkmasını ve aynı dini taşısa da başka etnik unsurlarla arasına mesafe koymasını sağlıyor. O yüzden bütün milliyetçilikler büyük ölçüde sekülerleşmeye de ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla Kürt milliyetçiliği Türk milliyetçiliğinin asimilasyoncu politikalarına karşı çıkarken kendisi de dinsel bir asimilasyona başvurmayı kaçınılmaz görür.
Kürtlerin bugün Kutlu Doğum kutlamalarına karşı sergiledikleri tavır bir tarafıyla bu asimilasyona karşı sergiledikleri bir tepki gibi. Ama bir tarafıyla zaten Kütlerde var olan peygamber duyarlılığının bir ifade vesilesi bulmuş olmasının bir sonucu.
KARDEŞLİK
Diyanet İşleri Başkanlığı her yıl Kutlu Doğum etkinliklerinin üzerinde durduğu farklı bir konu seçiyor. Geçtiğimiz yıl 'merhamet' konusu işlenmişti. Peygamberin hayatında, sünnetinde baskın bir söylem olarak merhamet işlenmişti. Bu yıl için seçilen konu 'kardeşlik'.
Diyanet İşleri Başkanı'nın kardeşliği kuru bir 'milli birlik beraberlik' söyleminde bırakmadığı biliniyor. Kardeşliğin sorunsuzca işleyebilmesi için karşılıklı hukuka riayetin öneminin de altını defalarca çizmişti daha önce. Al-i İmran Suresindeki müthiş ayet ise her dönem gerçekleşen bir mucizenin herkesçe şahit olunabilen bir ayetidir: 'Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki birbirinize düşman iken kardeş oldunuz'.
İmanın tadına gerçek anlamda varmış olanın asla yabancısı olmadığı bir tecrübedir bu. Gerçekten de düşman bildiğimiz insanlarla kardeş olmak, insanların birbirinin kurdu olmasının bir norm olarak kabul edildiği bir kültürde inanılması zor bir olaydır ama İslam tamı tamına bu tecrübenin adıdır. Gerçek hayatın içinden, herkesin kolaylıkla yaşayıp tanık olabileceği bir mucize. Yeter ki, kalp gözü açık olsun.
O mucizedir ki, Peygamber'i öldürmeye gelmiş olan Ömer'den Müslümanların örnek alacağı kalitede bir yıldız sahabi doğurmuştur. Bugün bu kutlu mucizeyi yaşamanın önünde aşılamayacak hangi engel vardır?
Peygamber'in bize tuttuğu aynaya bakarak, kendi nefsimizde arasak mı o engelleri?