Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Turgut Özal’ı kim zehirledi Sayın Demirel?

Turgut Özal’ı kim zehirledi Sayın Demirel?

Türkiye’de Cumhurbaşkanı deyince akla mutlaka asker gelirdi. Çünkü askerler vatanı sivillerden daha çok severler ve koruyup kollarlardı. Bunun için de tabii olarak yönetimin en üst noktası olan Cumhurbaşkanlığı makamını bazen hile ile, bazen cebren mutlaka ele geçirirlerdi.

Bunu yapmayı müktesep hak olarak görmelerine doğrusu alışmıştık. Paşalık veya Genelkurmay Başkanlığı Cumhurbaşkanlığı için atlama taşıydı. Gün oldu devran döndü, sistemin içine Turgut Özal diye bir adam duhul oldu. Bu adam 12 Eylül öncesi darbesinin açtığı yoldan ilerledi. Devlet tecrübesi de vardı. Devletin bilinebilecek her türlü mahrem noktalarından geçmişti.

Tüm siyasi partilerin faaliyetlerinin durdurulduğu bir zeminde, Anavatan adını verdiği partisini kuracak, ilk seçimde askerlere rağmen iktidara gelecek, sonunda da Çankaya’ya çıkacaktı. Bu adam tüm dengeleri altüst etmişti.

Her bilek güreşinde galip gelen o oluyordu. Onun ileride başlarına gaile açacağına inananlar bir Özel Harp Dairesi elemanı olan Kartal Demirağ eliyle ona bir suikast bile hazırlayacaklar ve kendi hükmünü icra eden ilahi yazgıyla buluşacaklardı. Özal, ANAP’ın ikinci büyük kongresinde yapılan bu suikasttan hafif bir sıyrıkla ve güçlenmiş olarak çıkacaktı. O kadere imanı tam, mümin, muttaki bir insandı. Nitekim bahse konu menfur suikasttan birkaç dakika sonra tekrar kürsüye gelecek ve kitaplık çapta şu sözleri söyleyecekti:

“Bilhassa belirtmek istiyorum; Allah’ın verdiği ömrü, O’nun isteğinden başka alacak yoktur, biz de O’na teslim olmuşuzdur.”

Özal’ın Kürt meselesinin çözümü için önerileri vardı. Oysa Türkiye’deki çok etkili ve yetkili bir kurum bu meselenin çözülmesini istemiyordu. Zaten 30 kişi ile başlayan PKK’yı milyonlara varan bir kitle hareketine dönüştürmek o kurumun izni ve beslemesi ile olabilmişti.

Özal, bu oyunu bozacak aranan adamdı. Çankaya’ya da o yetkili ve etkili kurumların oyununu bozarak gelmemiş miydi? Cumhurbaşkanlığı’nda da kozasını örerek, yeni bir siyasi hamleye hazırladı kendini. Görev süresinin bitiminde tekrar meydanlara dönecek ve yeni bir siyasi parti kuracaktı. Bu Özal’ın o kuruma karşı ikinci hamlesi olacaktı. Satrançta yeni bir şah-mat söz konusu idi. Şüphesiz karşı taraf da boş durmuyordu. Onlar da on yıllardır kurdukları bütün oyunları altüst eden bu adamı tarih sahnesinden silmek için tüm kozlarını ortaya koydular.

Karar verildi ve hesap kesildi, bu adam artık ölmeli idi. Hem de ne pahasına olursa olsun! Artık Kartal Demirağ suikastında olduğu gibi açıktan değil. Bizans saraylarında olduğu gibi daha kahpece bir plan yapıldı. Özal zehirlenecekti!
Ve bilinen hamle, Özal ani bir kalp krizi ile rahmet-i Rahman’a kavuştu. Onların hesapları ile ilahi müsaade kesişmişti.

Ne enteresandır, o gün Çankaya’da beklenmeyen aksilikler ard arda gelmişti. Doktor yoktu, ambulans yoktu, yoktu, yoktu...

Uzaklardan çağrılan bir ambulans bile bir ülkeye hükmeden cumhurbaşkanını hangi hastaneye götüreceğini bilemeden sağa sola yalpalayacak ve hastaneye gelindiğinde Özal tam da istenildiği gibi hayata veda edecekti. Apar-topar 9 paşanın huzurunda mumyalanarak ebedi istirahatgâhına defnedildi.

Ailesi de bu tuhaf olaydan ve gelişmelerden rahatsız olacak ki, zehirlenip zehirlenmediğinin bir gün anlaşılabilmesi için saçından bir tutam kesip saklamayı ihmal etmediler. Ve zaman zaman da bu şüphelerini medyada dile getirmekten de geri durmadılar. Her şeye rağmen ihtiyatlı idiler.

O kurumdan çekindikleri besbelliydi. Özal bile o etkili ve yetkili kurumdan zaman zaman çekinmiyor muydu?

O büyük bir güçle bilek güreşi yaptığının şüphesiz farkındaydı. Kardeşi Korkut Özal’a kendisine kimlerin suikast yaptırdığını bildiğini, ancak açıklayamayacağını söylemiş ve onların adını vermişti.

Bugün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Turgut Özal’ın bir suikasta kurban gidip-gitmediğinin araştırılması için Devlet Denetleme Kurulu’nu devreye sokuyor ve bu kurul, Özal’ın ölümü konusunda ciddi şüpheler izhar ediyor. Gözler birden bire eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’e dönüyor. Demirel; “Özal’ın zehirlendiğine inanmıyorum. Vadesi ile öldü” diyebiliyor.

Oysa bazı kaynaklar Demirel’in Özal ölmeden üç ay önce “Yakında Özal ölebilir” diye bir kehanette(!) bulunduğunu söyleyecektir.

Bu arada ANAP’ın kıdemli bakanlarından Bülent Akarcalı ve Ekrem Pakdemirli de Özal’ın zehirlendiği konusunda şüphelerini açıklıyorlar. Akarcalı, Kartal Demirağ suikastının ve Bedrettin Dalan’ın sağ kolu mesabesindeki ünlü iş adamı Niyazi Adıgüzel’in TBMM’nin çok yakınında bir suikastla öldürülmesinin de Özal suikastına giden yolda bir kilometre taşı olduğunu ve mutlaka araştırılması gerektiğinin altını çiziyor. Pakdemirli de bu suikastın aydınlatılabilmesinin sır küpü Demirel’in mutlaka bildiklerini anlatması ile mümkün olacağının ısrarla altını çiziyor.


Bugün Özal’ın zehirlenmesi ve şüpheli ölümü konusunda en sağlıklı bilginin Demirel’de olduğu konusunda kamuoyunda nerde ise kesin bir kanaat var. Bu hususu Turgut Özal’ın eşi Semra Özal da ısrarla teyit ediyor. Demirel ise ısrarla suları tersine akıtmaya çabalıyor. Dili bir gün çözülecek mi, yoksa sırları ile mezara mı giderek bilinmez. Bilinen tek şey ise emr-i Hak vaki olduğunda imamın “Bu adamı nasıl bilirdiniz?” sorusuna milyonlarca insanın pek de hoş olmayan bir cevap vereceği.

Ne diyelim, bekleyip göreceğiz.

Çaylak polislere dersler!

İstinye Polis Karakolu’na yapılan silahlı saldırı 3 yıllık bir polis memurunun dikkati sayesinde püskürtülmüş ve “baskın basanındır” zanneden terörist de vurularak öldürülmüş. Bu durum bana emekli polis dedemden dinlediğim bir olayı hatırlattı.

Dedem Faik Aldağ, Osmanlı’nın son, cumhuriyetin ilk polislerindendi. Bu köşeyi takip edenler zaman zaman ondan dinlediğim hatıraları naklettiğimi bilirler. Bir gün 3 aylık polis eğitiminden geçmiş ve polis olmuş bir grup meslektaşı kahvehanelerden şüpheli bazı kimseleri toplayıp getirmiş karakola. Tabii üstleri aranmış ekip otosuna bindirilirken. Dedem şüphelileri karakolda teslim alırken yeniden aramak istemiş. Çaylak polislerin serzenişleri ile karşılaşmış; “Efendim, biz aradık üstlerini, neden yeniden arıyorsunuz ki?”

Dedem, bu soruya cevap vermeden işe koyulmuş. Bu arada üzeri aranacak olan bir şüpheli paltosunun iki yakasını iki eli ile açarak:

“Buyrun efendim arayınız” deyivermiş. Demiş demesine de suratında sağlı-sollu iki tokat patlamış. Dedem Konya’nın hatırı sayılır tecrübeli polislerinden: “İndir ulan ellerini, ben nasıl üst arayacağımı iyi bilirim.”

Sonra da paltonun yakalarına el uzatmış. İki yakaya da gizlice yapılan iki cepte iki sustalı durmakta imiş.

Daha önce şüphelilerin üstlerini aradıklarını söyleyen çaylak polislere dönmüş:
“Siz böyle mi üst arıyorsunuz? Bakın siz daha acemisiniz. Bunlar adamı ayakta uyuturlar. Gözünüzü dört açın polislik için ders bir! Öğreneceğiniz çok şey var daha.”

Ardından eklemiş:

“Bu sustalılar ile karakolu kan gölüne de çevirebilirlerdi, unutmayın.”

Polisler de az önceki serzenişten utanmışlar ve özür dileyerek vazifelerine dönmüşler. İstinye’deki 3 yıllık polisin dikkati sayesinde can kaybı yaşanmadan olayın atlatılması ile geçmişte dedemden dinlediğim olayı hatırladım birden.
Ezcümle, yaptığın işi iyi yapacaksın. Hele nöbette isen karakoldaki tüm polislerin, kışladaki tüm askerlerin canlarının sana emanet olduğunu asla unutmayacaksın! İşte bu yüzden nöbette uyumanın cezası çok ağırdır.
Canla imtihan oluyorsun ve can, dünyada tekrar yerine konulamayan tek gerçekliktir!

Teşekkürler İstinye Karakolu’nun dikkatli polisleri. Siz pek çok ödülü hak ettiniz. Bu yazı da benim size ödülüm olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi