Cemaatin yapısal dönüşüm ihtiyacı
Fethullah Hocanın Türkçe Olimpiyatlarının sonuna doğru yaptığı bir açıklama, doğrusu benim rikkatime dokundu.
Geldikleri ülkelerin renklerine bürünmüş ve birer star seviyesine yükselmiş öğrenciler, onların dilinden dökülen şarkılar ve şiirler!.. Parlak açış ve şükran konuşmaları, sunucuların her türlü komplimanı da içinde barındıran takdimleri!.. Sonra cemaatle ilgili veya değil, Türkiye elitinin seçkin simaları!.. Sermayedarlar, artistler, genel yayın müdürleri, fazlaca öne çıkmayan veya çıkarılmayan gönüllü muhafazakâr kuruluş temsilcileri!.. Devlet veya hükümet kuruluşlarının görünmez sayısız destekleri de bu dekora ayrıca ilave edilmelidir.
Kuşkusuz burdan bir başarı fışkırıyor. Bam telimize basan Türkçe şarkıları, içimizden gelen bir coşku ile biz de alkışlıyoruz. Türkçenin ve Türkiyenin büyük istikbaline dair bir hülya bizi içimizden ve dışımızdan kuşatıyor, bu kanaatler televizyonlar vasıtası ile Türkiye kamuoyunun cidarlarına kadar ulaşıyor.
Yani ne oluyor.
Olan o ki, bir yanda cemaat tüzel kişiliğine dönük yoğun bir imajinasyon, öbür yandan da bu imajla baş başa bırakılmış sessiz ve dilsiz bir kamuoyu!.. Kuşkusuz burda bir boşluk söz konusu. O da bu faaliyeti üreten, bu çocukları yetiştiren, bu çocuklara derin bir Türkiye sevdası yükleyen aracı sınıfların üstünün örtüldükçe örtülmesi değil de nedir? İşte Fethullah Hoca yaptığı son bir iki konuşmasında, bu fedakar sınıflara vurgu yapmak ihtiyacını duymuş!.. Hareketin, hizmetin asıl sahipleri onlardır demeye getiriyor.
Hocaefendinin bu noktaya parmak basması bilhassa önemli göründü bana ve bende geçmişe dönük sayısız hatıraların canlanmasına yol açtı. Çünkü her türlü ideolojik, dini ve tasavvufi hareketlerde, asıl hizmet eri sınıflar hemen daima gerilerde, uzak cephelerde kalır, isimleri hatırlanmaz olur. Onlar da zaten uzak cephelerde, kendini ifnâya hazır akıncılar gibi nâm ü nişansız yaşarlar. Onlar politika bilmez, politika yapmaz, dünyevi mansıp ve nişanları da hatırdan bile geçirmezler. İşte Kenyada, Çinde veya Maçinde ya da en uzak kıtalarda, kendilerini Mecnûna çevirmiş idealleri uğrunda uğraşıp; didinen o fedakâr sınıflara buradan gönül dolusu selâm!..
İsimsiz kalmak, hatırlanıp bilinmemek, kuşkusuz her büyük hareketin kaderinde vardır. Yani böyle sınıflar hep olacaktır. Fakat bu kayıp adreslerle, cemaat tüzel kişiliğinin bağlantı noktasını teşkil eden diğer bir aracı sınıf daha vardır ki işte onları bilmek, tanımak ve tanıtmak mecburiyetindeyiz.
Bu açıdan düşünülünce, meselâ Türkçe olimpiyatlarını organize eden o aracı sınıf kimlerden teşekkül etmektedir? Hiç onlarla karşılaşanınız oldu mu? Onların bir açıklamasına şahit oldunuz mu? Onlardan her hangi birinin bir cemaat televizyonuna çıkarıldığına, bir gazetenin onların tecrübesini kamuoyuna aktardığına hiç rast geldiniz mi? Muhalif veya muvafık hiç fark etmez!..
Peki, neden bu yola başvurulmaz? Bu aracı sınıfların edindiği tecrübe, az-buz bir şey midir? Dolayısıyla hem bu organizasyon tecrübesini Türkiye kamuoyu yakından tanımak, hem de bu aracı sınıfın tek tek kabiliyetler olarak bilinmesine ihtiyaç o derece ziyadedir. Dahası benim söylemek istediğim, hareketin bu alanda temayüz etmiş kişilerinin biraz önce çıkarılması lüzumudur.
Bunu daha da genişletmek mümkündür. Meselâ Türkiyede yürütülen dershane hizmetlerini, özel okul hizmetlerini, sağlık hizmetlerini düşünün!.. Bu büyük hizmet kuruluşlarının ön planda yer tutan temsilcileri de aynı şekilde kayıptır. Ne bir konuşmalarına, ne de bir açıklamalarına asla şahit olmuyoruz. Meselâ geçtiğimiz aylarda, o kadar çok tartışması yapılan eğitim reformuna ilişkin bu kuruluş veya organizasyon temsilcileri ne düşünmektedir? Cemaat alt tüzel kişilikleri adına bunları konuşan, düşünen kişiler nerdedir? Bunların bir yazısını, kendileriyle yapılmış bir röportajı vs. okuma imkanımız bulunmayacak mı?
İşte cemaat tüzel kişiliği yanı sıra, bu handikapı aşan tek bir kuruluş tanıyoruz. O da Rıza Nur Meralin başkanlığını yaptığı sanayi, ticaret ve ihracat kuruluşudur. Dikkat ederseniz bu kuruluş (TUSKON), sık sık ulusal veya uluslararası toplantılar düzenler, hükümetin maliye ve ekonomi politikalarını destekleyen veya eleştiren açıklamalar yapar, ayrıca ilgili kamuoyunda lâzım gelen bir saygınlık üretmekten de geri kalmaz.
Dolayısıyla TUSKONun ürettiği bu modern temsil denemesi, cemaatle ilgili diğer kuruluşlar için bir örnek teşkil edebilmelidir. Bu yol izlenerek de, TUSKON örneğinde olduğu gibi, sekiz-on tüzel kişilik bayağı temayüz edebilmelidir. Eğer bu yol izlenirse, hem bundan Türkiye büyük kazanımlar elde edecek, hem de cemaat veya camia denilen yapı büyük bir ferahlamaya kavuşacaktır.
Cemaat büyüklüğünün kavranamaz büyüklüklere erdiği günümüzde, meydana gelen türlü tartışmalar da böyle bir evrilmeyi lüzumlu kılmaktadır. Yapının kendini böyle, algılanabilir bir düzleme çekmesi, nereden bakarsanız bakın kârdır. Bu yapılmadığı sürece bulanıklık devam edecek, her yeni problem de cemaat tüzel kişiliğini ilzâm etmekten geri kalmayacaktır.
Bu ihtiyaç şu bakımdan da önem kazanıyor. Cemaatte asıl hizmeti yürüten ve organize eden sınıflar derin bir sessizliğe gömülmüş görünürken, asıl hizmetlerden bağımsız yeni yeni sınıflar peyda oluyor ve cemaat adına sonu öngörülemeyen tavırlar sergiliyorlar. Yani cemaat doğrudan siyasi bir nesneye dönüştürülüyor. Dolayısıyla buradan da cemaat, ürettiği hizmetlerden ziyade, yerli-yersiz politik tutumlarla tartışılır hale getiriliyor. Bu son durum, cemaat tarihi açısından bir ilktir ve üzerinde durulmaya değer gözüküyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.