Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Ne zaman adam oluruz?

Ne zaman adam oluruz?

 

Akit’e yönelik saldırganlığın üzerinden üç-beş gün bile geçmemişken, bunun yeni bir örneği ile daha karşılaşıyoruz. Camiamızın düşünür kalemlerinden Ali Bulaç’ın yazdığı bir yazı, son derece kaba ve hoyrat bir yaklaşımla adeta rencide edilmeye çalışılıyor. İlgili yazıda ileri sürülen düşüncelere, kendi konseptinde cevap verilmek gerekirken tam tersi yapılıyor, yazının içinden çıkarılmış ve dolayısıyla bağlamından tecrit edilmiş “alıntıcık”larla, güya bir sosyoloğun fikirleri karikatüre dönüştürülmek, ardından da mahkûm edilmek isteniyor.
 
Burada ilk söyleyeceğim, makalesinde ileri sürdüğü fikirler dolayısıyla Ali Bulaç’ın kendini savunmak ihtiyacını duymamasıdır. Çünkü kendisine karşı sergilenen tavır, herhangi bir fikir tavrı değil, doğrudan doğruya imaj tahribi amaçlı kaba ve hoyrat bir saldırganlıktır. Ayrıca bu tavrın sürdürülebilir bir yanı da bulunmamaktadır. Dolayısıyla işletilen mizansen iyi teşhis edilirse, bunun ne kadar ilkel bir tutum olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Durum şu:
 
Günümüzde liberal birtakım televizyon ve gazeteler, okuyucu ve seyirci celbetmek amacıyla, ya sivri kaçan bazı İslâmi figürleri, ya da tartışılmaya müsait İslâmi sorunları sık sık gündeme getirmeye kalkışıyorlar. Nitekim bunun ilk örneklerine 28 Şubat arifesinden beri şahit olmaktayız. Hatırlanırsa o yıllarda Aczimendi grupların lideri Müslim Gündüz, Neslihan Yargıcı gibi ultra-modern tiplerle birlikte ekrana çıkartılır; birbirini iten, birbiri ile kontras teşkil eden bu buluşmalarla güya seyirci celbetmeye çalışılırdı. Kuşkusuz sırf seyirci celbi ile izah edilemez bu tür buluşturmalar!.. Zıtlık üretmek, kamuoyu havsalasının kaldırabileceğinden daha ileri sözler sarf ettirmek, tartışmayı da burdan sürdürmek gibi bin bir arayış!.. Nitekim dikkat ederseniz, malûm televizyonlar aynı yaklaşımı bugün de sürdürmekte, konu mankeni olmaya teşne nice zayıf ve birikimsiz ruhlar, bu tür davetlere karşı adeta aşermektedirler.
Buna benzer bir denemeyi başından beri sürdüren Haber Türk gazetesi, gene muhafazakâr veya İslâmi okuyucuyu celbetmek kasdıyla, olmadık yollara başvuruyor. Kuşkusuz o gazetede İslâmi kesimin dikkatini çekecek, takipten geri kalamayacakları tartışma mevzularını arayıp bulmaya çalışan birileri olmalıdır. Bu camiayı bilen ve bu açıdan izleyen birileri demek istiyorum.
 
Dolayısıyla Ali Bulaç’ın başına gelen ne ilktir, ne de son olacaktır.
Fakat burda benim garibime giden, eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş’ten tutun da, yeni Diyanet’in Yüksek Kurul üyelerinden Saim Yeprem’e kadar, bu konuda kendilerinin konu mankeni seviyesinde kullanılmalarına tenezzül edişleridir. Sadece bunlarla kalınsa beis yok diyebilirsiniz. Kendine telefon edilen, ağzına mikrofon tutulan kim varsa, konuşuyorlar mübarek!.. Güya fikir söylemiş oluyor, güya kendilerini ifade ediyorlar. Fakat ne durdukları yeri hesap etmek hatırlarına geliyor, ne de düğün değil bayram değilken, kendilerine yönelik bu ilginin kaynağını merak ediyorlar.
Ancak hadise burda da kalmıyor. Aile Bakanı, Fatih Altaylı’yı mı aramış, yoksa Aile Bakanını Fatih Altaylı mı aramış? O da konuşuyor, hem de uzun uzun!.. Dolayısıyla kim ne konuşursa konuşsun, iyi konuşsun-kötü konuşsun, hepsi aynı noktaya varıyor. Haber Türk’ün attığı manşet: “Bu kafayla çok kadın ölür / Ali Bulaç, şiddetin nedenini kadının çalışmasına bağladı. Kadın çalıştığı için, erkek fıtrî rolünü kaybedip cinayete itiliyor” manşeti, yapılan bütün bu açıklamaları bastırıyor, içeriksiz hale düşürüyor. Dolayısıyla böyle bodoslama, iri bir manşet karşısında, bütün camia adeta lâl ü ebkem kesiliyor.
 
Öyleyse sevgili Ali Bulaç, sen de sus ve konuşma!.. Yani kendini savunmaya kalkışma!.. Çünkü burada sana karşı, senin geliştirdiğin dil ile mukabele ediliyor değil. Tam tersine, sana karşı acımasız bir medya tasallutu söz konusu!.. Ayrıca size revâ görülen bu muamele sizden ziyade, sizin de içinde bulunduğunuz bu camiaya yönelik değil midir? Öyleyse sus ve bekle!..
 
Senin adına, seni savunmak adına kim ne söylüyor? Koca koca holdingler, sizi konuşmaya davet eden televizyonlar, türlü dernek, vakıf ve entelektüel kurumlar!..
Yani kendinizi, kendi köşenizde savunmaya ihtiyaç hissetmeyiniz. Ta ki herhangi bir gazete sizinle hafta sonu konuşması yaparsa, ya da aşinası olduğunuz televizyonlardan biri, sırf bu konu ile ilgili olarak sizi davet ederse, o bundan müstesna!..
 
Ali Bulaç’a karşı sergilenen kaba ve hoyrat mizanseni ortaya koymak amaçlı bu yazıda, kuşkusuz onun görüşlerini ne izaha, ne de tahlile imkan bulamayacağım. Fakat yazısında öyle bir cümlesi var ki, bana dokunmadı desem yalan olur. Hadiselere genelde hep dıştan bakan Ali Bulaç’ın, böyle bir cümlesi ile karşılaşmak, benim için doğrusu bir sürpriz teşkil etmiştir. Dolayısıyla yazısının diğer yerleri değil, asıl bu kısımları mühim. O zaman da şöyle demek gerekmiyor mu? Yazdığımız bunca yazının, neşrettiğimiz kitapların neticesi bu mu olmalıydı?
 
Öyleyse okuyalım Ali Bulaç’ın cümlelerini: “Bu çıkar yol değil ama, ailede meydana getirdiği tahribattan iktidarı uyandıracak sesler maalesef kısık. Madem bizim kadınlar da bu modern tecrübeyi yaşamakta çok kararlı, yemekte oldukları acı meyvenin sonucunu beklemekten başka çare yok!..”
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Türünay Arşivi