Medya kimin avukatı?
Ergenekon örgütüyle ilgili süreç işlerken merkez medyanın duruşu ve meseleyi değerlendirme biçimi de ilginç bir hal alıyor.
Hukuktan, demokrasiden, sivillikten yana olması beklenen bu çevreler önce meseleyi küçümseme, görmezden gelme, fazla büyütmeme eğilimine girdiler. Ancak ortada gözden kaçırılamayacak mahiyette büyük bir olay olunca bu kez, sanki meselenin bir parçasıymış gibi savunma refleksi geliştirmeye, hatta tam karşı bir psikolojik atmosfer üretmeye başladılar.
CHP'nin “avukatlığa” soyunması belki anlaşılabilir ama medya kuruluşları ve köşe yazarlarının kendilerini ideolojik yakınlık içinde hissediyormuşcasına böyle bir avukatlığa soyunması, gazetecilik açısından talihsiz bir durumdur.
Gözaltına alınma biçimlerinden sorgu konularına kadar bir çok ayrıntı ön plana çıkarılarak darbe günlerindeki muamelelere atıflar yapıldı.
Oysa milletvekillerinin yaka paça gözaltına alındığı görüntüler daha zihinlerimizde tap taze duruyor. Bu olayda ise benzer olumsuzluklar birkaç istisna dışında yaşanmadı. İnsanlar, kelepçe takılmadan, koluna girilmeden, kurallar esnetilerek, gayet müsamahalı bir şekilde muameleye tâbi tutuldular.
Darbe günleriyle bu uygulamaları birbirine benzetmek için mantık ve izan sahibi olmamak gerekir. İşkence, kötü muamele gibi uygulamaların, sayısız hukuksuzluk ve zulümlerin olduğu darbe günlerine atıf yapmak tam bir çarpıtmadır.
CHP'nin bu süreçte “avukat” rolüne soyunması anlaşılabilir. çünkü bu olayların muhatabı öncelikle siyaseten baş edemediği rakibidir. Süreçte yaşananlar hep CHP'nin ekmeğine yağ sürmüştür. Demokrasi ve hukuk dışı eğilimler, tezgahlar, kumpaslar hep iktidara yönelmiştir.
Bu yüzden CHP'nin çıkıp hukuktan, demokrasiden bahsetmek yerine yargılananların avukatlığına soyunması normaldir.
Ancak medya böyle bir paralellik içine girerse kendi konumuna zarar verir.
Kapatma davasında hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığı vurgusu yapanlar, Ergenekon davasında niçin hukukun tesir altında olduğunu, belli odakların süreci idare ettiğini vurguluyorlar?
Düne kadar Avrupa Birliği ve demokratikleşme konusunda iktidarı acımasızca eleştiren köşe yazarları aynı hassasiyetle bu süreci desteklemek yerine, acaba niçin statükocu bir tavır içine giriyorlar?
AK Parti mevzu olunca demokrasiyi de, hukuku da gözden çıkarabilecek kadar mı gözleri döndü?
“Darbe mi-Şeriat mı” ikilemi üreterek destek bulma çabasına girişmek objektif bir gazetecilikten ziyade bir psikolojik harekatın parçası olmak değil midir?
“Demokrasi mi- darbe mi” ya da “hukuk mu-hukuksuzluk ve çetecilik mi” zaviyesinden meseleye bakılmadığı sürece zemini kaybetmiş oluruz.
Bu süreçte Hasan Cemal'in, bulunduğu medya grubu içinde amansız bir şekilde demokrasi savunuculuğu yapması önemli bir örneklik oluşturmaktadır.
Hilmi özkök'ün dün Milliyet'teki beyanları da gerçekten ilginçtir. özkök, Suç ve Ceza kitabına atıf yapıyor, arkadaşlarının suçsuz olduğunu temenni etmekle birlikte, “Ceza da varsa, cezayı da çekmek rahatlatır” diyor.
Gerek özkök'ün sivil ve demokratik sağduyusu, gerek Hasan Cemal'in demokratik duruşu bu süreçte not düşülmesi gereken ayrıntılardır.
AK Parti'nin yanında veya karşısında görünmemek için hukuk ve demokrasi çizgisinden ayrılmamak gerekiyor.
“Şeriat geliyor” korkusu yayarak demokrasi ve hukuk dışı eğilimlere destek verenler, ne milleti kandırabilirler, ne tarihe hesap verebilirler. Bu kara leke suratlarına yapışır kalır…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.