Türkiye, İran rekabeti
Arap dünyasında yaşanan Arap Baharı olarak adlandırılan bana göre Arap Uyanışı olarak da adlandırabileceğimiz, diktatörlerden kurtulma hareketi ve devamında başlayan olaylar sadece tüm Ortadoğudaki taşları yerinden oynattı.
Arap Uyanışının Suriye ayağında, emperyalist güçlerin de devreye girmesiyle Ortadoğuda sınırların değişmesine yol açacak yeni bir sürece girildi.
Emperyalist güçlerin yanında, bu süreci kendi lehine yönlendirme uğraşı içindeki bazı ülkeler, inanılması güç yollara ve politik oyunlara başvuruyorlar. Bu ülkeler bölgedeki farklı topluluklar aralarında varolan güven bunalımı ile dinsel ve mezhepsel değerleri istismar ettikleri gibi farklı ve beklenmedik adımlar atmaya başladıklarına şahit oluyoruz...
İran Ortadoğuda etkin olma girişimlerinde, Türkiyeyi rakip olarak görmektedir. Bu tavır Safevilerden beri var olmakla beraber, yaşanan son olaylarda daha da belirgin hale gelmiştir. Hatta bu tavır, İranın Türkiye karşıtı tavrı nedeniyle Türkiye hükümetini de politikalarını değiştirmeye mecbur etmiştir.
İran, Türkiye Hükümetinin diktatörlüğe karşı direnen Suriye muhalefet cephesini ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile Irak Şii hükümeti tarafından dışlanan Sünni kesimi tanıması ve desteklemesine karşılık; Suriyedeki Baas rejimi ile Irak merkezi Şii hükümetinin yanında PKK terör örgütü ile de işbirliğine gitmiştir.
Bütün bu gelişmeler dünya kamuoyunda Arap dünyası ve Ortadoğudaki değişim ve yeni yapılanmalar Türkiye ile İranı bölgede etkili bir güç olma uğruna karşı karşıya getirmiştir şeklinde yorumlanmaktadır.
İRANIN YANLIŞLARI
İran, Türkiyeye rağmen, bölgede güç olma hesapları peşinden koşarken, bazı tarihi hataları tekrar etmektedir. Türkiyenin önünü kesersem benim önüm açılır yanlışından hareketle ilkesiz, tutarsız davranmaktadır. İran bu düşmanca tavırı yanında ikiyüzlü ve mezhepsel istismara dayalı yanlış politikalar izlemeye başlamıştır. Bu politikalardan bazılarını sayacak olursak:
1- İran, PKK terör örgütü konusunda Türkiye ile işbirliği görüntüsü verse de, elde edilen bilgi ve belgeler göstermektedir ki, tam aksine gizli bir işbirliği içindedir.
İran, kendi topraklarında terör örgütü PKK ve İran uzantısı PEJAK tarafından yapılan toplantıyı basarak Murat Karayılan başta olmak üzere önemli elebaşlarını ele geçirdiğini resmen önce duyurdu, sonra ise inkâr etti. (13 Ağustos 2011) Daha sonra, Türkiyeye teslim etme yerine pazarlıklar sonucu beş gün sonra PEJAKın tasfiye edilmesi şartıyla Murat Karayılan ve PKK üst düzey kadrosu İran tarafından serbest bırakıldı.
2- İran, Irakta çoğunluğu elinde bulunduran Şiileri, kendi kontrolüne alabilmek için mezhepsel yaklaşımlarla Irakı bölünme noktasına sürüklemiştir. Türk hükümeti ile Irak merkezi hükümetinin karşılıklı restleşmelerinin müsebbibi de İrandır.
3- İran, benzer bir yanlışı da, Suriyede de sürdürmektedir. Yakın tarihin en büyük devrimini yani İslam inkılabını gerçekleştirmeyi başaran İranlı mollalar tarafından oluşturulan İslami rejim, zalimlere karşı mazlumların yanında yer almayı temel ilke olarak benimsediğini ilan etmiş olmasına rağmen, şimdi tam zıttı bir politik tavır içinde zalim ve İslam düşmanı diktatör Beşşar Esed yönetimindeki Baas rejimini desteklemektedir.
Hâlbuki İran İslam Cumhuriyeti, dini lideri (rehberi) Ayetullah Ali Hamaney, Arap baharını destekleyen açıklamasında, İran İslam devriminden etkilendiklerini iddia ederek diktatörlere karşı, mazlum halk direnişlerini İran olarak desteklediklerini açıklamıştı.
Ancak; bölgesel güç olma adına İran, İnkılabın ruhuna ters düşen ve İslam inancının prensipleri ile bağdaşmayan çıkışları dikkati çekmektedir. Ayrıca İran, bir taraftan Bahreyndeki Şiilerin düzenlediği göstericileri desteklerken, öte taraftan da Suriye diktatörü Beşşar Esedin yanında yer alarak çifte standard bir tutum sergilemektedir.
4- Gerçi İranın, Irak, Suriye ve Lübnandaki Hizbullah ile ilişkileri, İslami değil tamamen politik çıkarlara dayalıdır.
5- İran, mevcut yönetiminin sözde ırkçılığa karşı görünmekle birlikte, aslında Fars kültürünü üstün tutan bir düşünceden hareketle mollalar tarafından Güney Azerbaycandaki Azeri, ve İran Kürdistanındaki Kürt ve diğer milliyetlere yönelik sürdürdüğü asimilasyon politikalarını içten içe gizlice ve bazen alenen yürüttüğü aşikardır.
Şahlığı yıkan mollalar, güç olma uğruna, İslam ve Müslümanları kullanarak tüm İslami değerleri istismar etmektedirler.
7- Son olarak İran Genelkurmay Başkanı, Tümgeneral Seyit Hasan Firuzabadinin Halbuki Suriyeden sonra sıranın Türkiyeye ve diğer ülkelere geleceğini bilmeleri gerekir şeklindeki açıklamalarında olduğu gibi, İranlı siyasilerle askeri yetkililerin tehditkar açıklamaları diploması ve devletler hukukuna aykırıdır.
Bütün bu gerçekler ortada iken, bazı sözümona İslamcı kesilen zevatın, yazı ve yorumlarını ibretle ve hayretle okuyorum.
Ve onlara şimdi soruyorum;
Suriyede yaşanan toplu katliamları ve o büyük yıkımı kısacası insanlık faciasını, kabullenelim mi?.
Suriyede 1970 yılından beri Müslümanlara yapılan zulmü ve ağır baskıları görmezlikten ve bilmezlikten gelme ne derece insani ve İslamidir?.
Bu gerçekler doğrultusunda İranın yanlışlarını sahiplenmeye kalkanları yeniden düşünmeye davet ediyoruz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.