Altındağda tayy-ı mekân ve zaman
İki gündür yazdığım yazılarla size Ankaranın Altındağ ilçesinin mânevi esatirini, bu esâtirle hiç de uyumlu olmayan yaşama düzeni arasındaki tezadı vurgulamaya çalıştım.
Selçuklu ve ilk Osmanlı dönemlerinden yâdigâr Hamamönü ve Ulucanlar mahalleleri, bugün Ankaranın tam da merkezinde yer alıyor. Ankara sağa sola, çevreye saçıldıkça saçılmış, bu bölgeler ise tarihten kalma bir âsâr-ı atîka müzesi gibi öylece kalakalmış!..
Sanki yaşayanı kalmamış, terkedilmiş tarihi bir kasaba intibası bırakan bu yöreler bilâhere sarhoşların, kaçkınların, kumarcı takımlarının mekânına dönüşmüş!.. Evler, konaklar var sahibi yok!.. Tapuları var, ortada mekân yok!.. İşte Ankaranın ilk imar planlarının yapıldığı (1930lar) zamanlardan beri buralar hep böyle ıssız, terkedilmiş, vahşi bir manzara arzetmekte idi. Eskiden âlimlerin, büyük mutasavvıfların, bilhassa da Bayrami tarikatı mensuplarının, büyük komutanların, adaleti ile maruf kadıların yaşadığı, mezarları bugün birer türbeye dönüşmüş bu büyük zevatın rûhaniyetine telmihen, çok eski Ankaralılar buralara Ulucanlar, ulu canların toplandığı bölge veya daha anlaşılır bir ifade ile de Evliyalar Diyarı gibi bir adlandırmayı uygun görmüşler.
Dolayısıyla yukarıda Hacı Bayram Veli Camii ve Türbesi, kalenin eteklerinde Aslanhane Camii ve işte buralarda Hacettepenin eteklerine kadar uzanan bu bölgeye, eski veya yeni Ankaranın maneviyat merkezi denilse yeridir.
Fakat ıssız, yaşayanı kalmamış bu çevrelerin kaderi bir gün geldi ki değişmeye başladı. O garip ve harap diyarın üzerine bir ışık düştü çünkü!.. Ta 1980lerde Yazarlar Birliği, büyük Akifin İstiklâl Marşının yazdığı Taceddin Dergâhında, onu anma törenleri düzenlemeye başladı. Bu vesile ile de buraları, bu harâbiyeti fark etmeye başlayan yeni yeni sınıflar oluştu. Yani buralarda önce Akif, sonra Taceddin Dergâhı, bilâhare de bölgede medfûn büyük, ulu şahsiyetler bir bir keşfedilme imkânı buldu.
Sonra ne mi oldu?
Sonra bu bölgelerin, yani Ankaranın merkez ilçesi Altındağın belediye başkanlığını AK Partiden Veysel Tiryaki kazandı. Üst üste iki dönemdir belediye başkanlığı yapan Sayın Tiryaki öyle bir şey yaptı ki, koca İstanbul Büyükşehirin 18-20 yıldır yapamadığı bir şeyi gerçekleştirdi. Hamamönü, Ulucanlar bölgesine Ankaranın bu maneviyat merkezlerine yeni baştan bir şekil verdi. Bütün eski camiler, türbeler, mezarlıklar, konaklar, evler ve bilumum yollara eski, tarihi hüviyetleri yeni baştan iade edildi. Yani Ankaranın göbeğinde, yepyeni bir Ankara daha doğdu!.. Gül gibi serpilen, büyüyen çağdaş Ankaranın göbeğinde, yedi-sekiz asırlık tarihi bir Ankara daha icad edildi.
İşte bunun, bu denemenin fazla bir örneği yok Türkiyede!.. Dediğim gibi de İstanbul Büyükşehir bu denemeyi, hâlâ daha Süleymaniye civarı için gerçekleştiremedi. Halbuki bu başarı İstanbulun olsa daha yakışık almaz mıydı?
Fakat şimdi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Melih Gökçek, aynı hassasiyeti Hacı Bayram civarı için gösteriyor. Cami yenilendi, asli hüviyetine zarar vermemek kaydıyla da genişletildi. Ardından bütün Hacı Bayram çevreleri yeni baştan restore ediliyor ki, bu hizmetler Ankaraya yeni bir hüviyet daha ekleyecek inşallah!.. Tabii bütün bu hizmetlerin Hacı Bayram adıyla yeni bir üniversite ile taçlandırılması da gerekmektedir. Nitekim o günleri de göreceğimizden eminiz.
Bütün bunlar güzel, insanın içini gönendiren hizmetler!.. Fakat yeni şehrin yanında, bu eski şehrin merkezinde teşekkül hayat nasıl olacak? İşte asıl mesele burada düğümlenmektedir.
Bizim sağ, muhafazakâr, İslâmi çevrelerde sosyal proje denilince genellikle okul, hastahane, kütüphane, gençlik merkezi gibi yerler yapmak hatıra gelir. Beş yıllık planlarda ve hükümet bütçelerinde de kavramın karşılığı aynıdır. Fakat bu hizmetler sonuçta birer inşaat projesi değil midir? Nitekim bu alanlarda ülkenin ihtiyacı olan büyük hizmetler de gerçekleştiriliyor. Peki iş böylece bitiyor mu?
Maalesef ama maalesef mühendislik, şehircilik, yol, köprü ve böyle eski şehir ve bina restorasyonlarının ardından gelmesi gereken asıl hizmet, yani yeni bir hayat kurmak, hayata şekil ve muhteva kazandırmak noktasında belediyelerin, çeşitli kamu kurumlarının, hatta gönüllü kuruluşların büyük bir tıkanma yaşadığı şüphesizdir. Fakat burada, bu husustaki düşüncelerimi yazma imkânı bulamayacağım. Çünkü bu yazının amacı Hamamönü, Ulucanlar ve Hacı Bayram civarları ile sınırlı kalmaktadır.
Bilhassa da Hamamönü!.. Burası insanın üzerinde tam bir tayy-ı mekân ve tayy-ı zaman tesiri bırakıyor. Fakat ne o Sulukule müzikleri, ne o dans ve göbek havaları? Ne o uyduruk kafeler? Neredeyse mekânların yüzde doksanı kafe ve kaptıkaçtı cinsinden yemekhaneler!.. O büyük hizmetle, bölgenin tarih ve maneviyatı ile bu tezat ne o zaman?
Öyleyse bu bölgenin tarihîliğini tamamlayan, ona yakışan bir hizmet ve sunum gerekiyor buralarda. Müzik tamam, fakat buralara yakışan bir müzik!.. Teravih kılınan camileri ve cemaati taciz etmeyen, o ulu canları ürkütmeyen, klasik ve enstrümental parçalar olabilir belki de. Sokağa taşmamak kaydıyle!..
O sokaklardan birine, az da olsa sanat merkezleri kurulmuş. Hayır!.. Oralarda bütün sokaklar böyle olmalı. Türk el sanatları; hat, tezhip, minyatür kursları, resim ve müzik atölyeleri!.. Sonra şairler ve yazarlara; belgesel film çeken amatörlere, yayıncılara, yayınevlerine mekânlar!.. Yani Haşim Vatandaşın Topkapı ve Çanakkale için yaptığı canlı müzeler gibi bir âleme dönüşmeli buralar. Bu şartlarla da icara verilmeli ayrıca.
Yoksa yarın buraları Yüksel Caddesine, Sakarya keşmekeşine dönüşür ki sormayın!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.