Elâzığ intibaları
Neredeyse bir haftayı bulan Elâzığ-Maraş civarlarındaki seyahatimden yenice döndüm. O bölgelerin sıcak mı sıcak, gönül dostu halkı ile günler-geceler boyu sohbetlerde bulundum. Bu geniş coğrafyalarda gazetemizin yayınının makes bulması, beni derecesiz memnun etti desem yeridir. Size şunu söyleyebilirim ki; özellikle Elâzığ, bu hususta tam bir hazine değerinde bir vilâyetimiz.
Elâzığın özelliği de şuradan ileri geliyor. Bildiğiniz gibi Elâzığ bir yandan Tunceli ile, bir yandan da koca Diyarbakırla komşu durumda. Baktım gördüm ki; bu komşuluk ne Elâzığda ne de Elâzığlılarda bir tedirginlik meydana getirmiyor. Onlar bu hususta öylesine rahat ve müsterih görünüyorlar. O civarlarda dolaştığım dört gün boyunca hep bunu düşündüm, bunu sordum.
Bana oralarda şunu söylediler: Elâzığ çok göç alan bir il!.. Buraya özellikle de Tunceliden ve Diyarbakırdan, hatta Hakkariden gelenler çok olur. Elâzığlılar onlara karşı önyargılı davranmaz. Alabildiğine tabii ve kucaklayıcı bir tavır sergilerler. Bunu gören yeni yerleşmeciler de bundan ziyadesiyle memnun olur, aradan fazla bir zaman geçmeden aynen bir Elâzığlı gibi davranışlar sergilemeye başlarlar. Sonra hep birlikte Harput müzikleri dinlemeye, Elâzığın manevî mimarları etrafında toplanmaya girişiriz.
Elâzığ ve yeni misafileri arasında yaşanan süreci size geniş geniş yazmak isterdim. Fakat maalesef buna imkân bulamadığım için üzgünüm. Yalnız şunu belirteyim ki; orada bu meselelere kafa yoran çok ciddi kafalarla karşılaştım.
Meselâ Elâzığda yayıncılık yapan ve Manas Yayıncılık olarak da çeşitli sosyal kültürel faaliyetler gerçekleştiren bir kuruluş var orada. İşte Elâzığ gibi bir yerde hem elli civarında eser yayınlayan hem de ardı arkası kesilmeyen kültürel faaliyetlerle değil Elâzığı, hemen bütün bölgeye yetişmeye çalışan bu kuruluşun başında bulunan enteresan bir kabiliyetle karşılaştım. Onu dinledikçe, onun Elâzığa ve çevre illere dönük tecrübelerine, ilişki geliştirme yöntemlerine vakıf oldukça gönlüm bir hoş oldu, ülkemizin geleceğine dair itimadım kat kat yükseldi diyebilirim. Dolayısıyla bu meselelere kafa yoran resmi zevatın, sırf oradakiler değil, Ankaradakiler de dahil, bu tür kanaat önderleri ile temasa geçmelerinde, onları dinlemelerinde büyük faydalar bulunduğu kanaatine ulaştım. İşte bu insana, yani Elâzığın değerli evlâdı Şener Buluta buradan gönül dolusu selâmlar gönderiyorum. Onun Elâzığa mahsus gönül açıklığının daha da genişleyerek, bütün çevre illeri kuşatmasını diliyorum.
Nitekim işte, ancak onda görebileceğiniz cinsten ferah ve kuşatıcı bir tavır: Elâzığdan Maraşa gideceğim. Maraş Sütçü İmam Üniversitesinde gençlerden, araştırma görevlilerinden genişçe bir gruba Edebiyat ve Edebiyat Tarihçiliği üzerine üç-dört saat sürecek bir konuşma yapacağım. Peki neyle gideceğim? Çünkü bütün arabalar dolu!.. Sen dur hocam dedi ve kısa bir aradan sonra, Tunceliden hareket eden bir otobüsten bana yer temin etti. Herhalde bendeki tedirginliği hissetmiş olmalı ki:
- Hocam müsterih olun!.. İçiniz rahat etsin!.. Ne Tunceli ne de Diyarbakır, gazetelerin yazdığı gibi yerler değil!.. O insanlar da bizim bir parçamız!.. Siz ne kadar kendinizi rahat hissederseniz, karşılığını bulmakta gecikmezsiniz.
Bu söz üzerine, Alah var içimde bir sekînet, tam altı saat yol katettim ve derecesiz memnun oldum. Otobüste gördüğüm muamele dolayısıyla da Tunceliler firmasına ve otobüs personeline ayrıca teşekkür ederim.
Peki, biz o dört gün boyunca Elâzığda ne ile meşguldük?
Başında Şener Bulut hocanın olduğu Manas Yayıncılık ile, İstanbuldan Eskaderin müştereken düzenlediği seri toplantılar dolayısı ile Elâzığdayız. Eskaderden de iki değerli dost Mehmet Nuri Yardım ile Şerif Aydemir, daha sayısız konuşmacılar!.. Oralarda, o muhitin yetiştirdiği büyük kalp adamları üzerine toplantılar düzenleniyor.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlunun diyarı Ağında (Elâzığın ilçesi), Fethi Gemuhluoğlunun doğduğu Gemuhlu Köyünde, büyük düşünürlerimizden Nurettin Topçunun doğduğu Toybelen Köyünde ve Kemaliyede (Eğin) ve hatırası bütün Elâzığı kuşatmış bulunan üstad Ahmet Kabaklının doğduğu Harputta, gecemiz gündüzümüz onlarla dopdolu geçiyor.
Orada beni ziyadesiyle şaşırtan şeyler de olmadı değil. Meselâ Dördüncü Murat, Bağdat fethine giderken buralardan, bu derin vadilerden geçmemiş mi? Hani onun Bağdatı fetheden bir Genç Osmanı vardır ya!.. İşte o yiğit bahadır buralardan, Ağından değil mi imiş? Aynı soy, aynı gür ses, aynı destansı eda, hâlâ daha sürüp gidiyormuş oralarda!.. İşin garibi, bu muhit, hâlâ daha aynı hatıralarla dopdolu yaşıyor ki, buna derecesiz memnun oldum.
Bir de oralarda, Ahmet Kabaklı üstadımızın en yakın akrabaları ile tanışmak!.. O çok yaşlı amcası, dayı veya amca çocukları!.. Kabaklı ile birlikte Elâzığ Lisesinde, Cemil Meriçin talebesi olan birileri!.. Dolayısıyla Harputun Göllü Bağında hoşça bir dem oldu. Çok ama çok sevindim bu karşılaşmalardan.
Fakat sona kalsa da ruhuma, Elâzığa mahsus ezgileri emanet bırakan Nihat Hocama ne demem gerekir bilmiyorum. Ey Nihat Hoca, âvâzelerin yankılanıyor hâlâ daha!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.