28 Şubata doğru Çiller ve Türkiye
Tansu Çilleri yazmak o kadar zor ki tahmin edemezsiniz. Çünkü söze neresinden başlayacağınız bile bir mesele!.. DYPye nasıl lider yapıldığından mı? Onu karanlık kuyulardan kimlerin çıkardığından mı? Ya da başta Demirel ve Cindoruk olmak üzere, kimleri sükûtu hayale uğrattığından mı?
Fakat sonunda olan da oldu, Çiller adı Türk siyasetinde önemli bir fenomene dönüştü.
CHP-DYP, DYP-ANAP ve Refah Partisi-DYP şeklinde, koalisyonların birbiri ardınca inip çıktığı yıllar!.. Ardından Mesut Yılmazın, ardından Ecevitin başbakanlık yaptığı dönemler!.. Yani rahmetli Özalın vefatının ardından 2002ye, AK Partinin iktidara geldiği döneme kadar devam eden uzun fetret yılları!.. Bütün dünyada çarklar hızla döner, dünya yeniden kurulurken, Türkiyenin kör kuyularda pösteki saydığı dönemler!..
Son AK Parti kongresi ile Türkiyenin Ortadoğuda, Balkanlarda kısmen de Kafkasya ve Orta Asyada kendine nasıl bir yer edindiğini daha iyi fark etme imkânı bulduk. On yıldır devam eden bir sürenin ardından geldiğimiz nokta, ne kadar kıvanç verici görüyorsunuz. Fakat ulaştığımız sonuca daha 1990 ortalarında varmamız söz konusu iken, o noktada Türkiye tahminlerin ötesinde ayak çelmelerine maruz kaldı. Merkezinde 28 Şubatın yer aldığı o on yıllık fetret döneminde, Türkiye dünya ve çevresi ile ilgilenemez hale getirildi. Ülkemiz saralı bir vücut gibi sarsıldı durdu. Yani hareketsiz bırakıldı. Bölge coğrafyaları ile verimli işbirliği gerçekleştirmemizin önü tıkandı da tıkandı.
İşte bize şimdi ulusalcılık satanlar, o yıllarda Türkiyenin İslâm-Arap coğrafyaları ile, İran gibi 80-90 milyonluk bir ülke ile ilişkilerine devamlı dinamit koydular. Bizi bölge coğrafyalarından sürekli tecrid etmek istediler. Daha garibine bakın ki o karanlık fetret yıllarında, Türkiyenin dünyaya açılan tek penceresi İsrail haline getirilmemiş miydi? Dolayısıyla Rusyanın Doğu Avrupadan çekildiği, Orta Asya ve Kafkaslarda bağımsız müstakil devletlerin doğduğu bir dönemde Türkiye, iradesi elinden alınmış bir mankurt durumuna dönüştürülmüştü.
Bütün bu işlerle hükümetler yeterince ilgilenemiyor, inip çıkan koalisyonlar da işin mahiyetine nüfuz edemiyordu. Yani siyasetin zebûn düştüğü yıllardı. Hangi koalisyon işbaşına geçerse geçsin, sonuç değişmiyordu dolayısıyla.
Bir başka husus da dönemin sırf Türkiye ile ilgili değil, çoğu İslâm ülkesi içinde durağan geçmesi idi. İslâm toplumlarının kendi hakikatlerinden soyundurularak, illüzyonlarla gözlerinin bağlandığı yıllar!.. Garibine bakın ki aynı yıllarda, bayan liderler ve bayan başbakanlar döneminden geçiyoruz. Bangladeşten Endonezyaya, Pakistandan (Benazir Butto) Türkiyeye (Tansu Çiller) bayan lider figüründen geçilmiyor.
ANAP-DYP ve DYP-ANAP koalisyonları kaldıracın kolları gibi inip çıkarken, bir de ne görelim? Kaldıraç orta yerinden çatlayıp kırılmamış mı? Eee, ne olacak şimdi? 1995te biraz daha güçlenmiş çıkan Refah Partisinin, DYP ve ANAPtan biri ile koalisyon kurması gerekmeyecek miydi? Normal olan burda Refah-ANAP koalisyonu iken, birileri bu işe çomak soktu ve engelledi. Bu engellemeyi de sistem içi karanlık güçlerle, Refah içindeki bazı unsurlar gerçekleştirdi. O sıralarda Erbakan bile bu işe şaştı kaldı. Fakat sonunda da DYP ile koalisyona ister istemez razı oldu. Burda istenmeyen, DYPye göre daha muhafazakâr olan ANAPla Refahın koalisyon kurması idi. Yani Refahı dizginlemek için, kendine en uzak unsura zorlamışlardı Erbakanı!..
Fakat neye niyet, neye kısmet denildiği gibi, Erbakanın mantalitesi ile Çiller, zıtlık yerine uyum arayışı içine girivermesin mi? Bilhassa da ekonomik politikalarda!
İşte bu uyumu fark eden çevreler, başlangıçta Erbakandan ziyade Çillerden rahatsız oldu. Ne havuz politikasına itiraz ediyor, ne de Erbakanın uçuk politikalarına(!) engel çıkarıyordu. Dolayısıyla bu kadın hem söz dinlemiyor, hem kendine yüklenmiş misyona ihanet ediyor demekti. Öyleyse Çillerin koalisyon içindeki gücünün sarsılması gerekmez miydi?
Bunun üzerine de bir yandan Parsadan dosyaları devreye sokuldu, öbür yandan da Emniyet ve MİT içinden Çiller çeteleri icad edildi. Beşli Çete vs. diyerek, nice kitapların yazılmasının altında bu tür sebepler yattığını unutabilir miyiz?
Fakat Erbakanla Çiller arasında temel bazı çelişkiler de yok değildi. Meselâ AB politikaları gibi!.. Çiller bunda ısrar ediyor, Erbakan bigâne davranıyordu. Sonunda da Çillerin dediği oldu ve Türkiye ile AB arasında gümrük duvarları kaldırıldı. Ancak Çiller bununla da yetinmiyor, Türkiyenin ABye katılması hususunda bastırıyor da bastırıyordu.
Sonunda iş nereye vardı biliyor musunuz? Doğu Avrupa ülkelerinin NATOya alınması politikalarına, Çiller Dışişleri Bakanı olarak rezerv koymaya kadar vardırdı işi!.. Daha açığı da dedi ki, Türkiye ABye alınmadan, bu işe okey veremeyiz!.. Bu inatçı ısrar üzerine, Çillerin defterinin dürülmesine karar verildi.
İşte 28 Şubatın asıl gerekçeleri, bundan sonra üretilmeye başlandı. Bunun bir de Refaha bakan yönü var ki o da ayrı bir yazı konusudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.