Değişen şartlar Yenilenmiş ordu!
Akitin ulaştığı Genelkurmay eski Başkanı İ. Hakkı Karadayıya ait, 28 Şubatla ilgili brifing kayıtları doğrusu üzerinde durulmayı hak ediyor. Bu kayıtlardan anlıyoruz ki askerin darbe gerekçeleri, sırf 35inci maddeden ibaret değil. Daha bunun gibi, TSK İç Hizmet Kanununda ve yönetmeliğinde mevcut diğer bazı maddelerin de darbe gerekçesi olarak kullanılabildiği ortaya çıkıyor.
Bu maddeler nelerdir? Bunları detaylı şekilde, gazetemizin İstanbul muhabiri Murat Alanın haberinden okumuş olmalısınızdır (9 ekim 2012). Nitekim ilgili haber siyasi arenada anında mâkes bulmuş olmalı ki, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ 35inci madde dahil, diğer bazı maddelerin bir arada değerlendirmeye alındığını haber veriyor. Bu açıklamaları, ilgili maddelerin makul bir süre içinde değişikliğe tâbi tutulacağı biçiminde anlamak gerekmeyecek midir?
Evet son on yıldır en çok tartıştığımız konu olan askerlerin hukuk dışı tutumlarına son vermek ve darbe, cunta vs. cinsinden yapıların sonunu getirmek lüzumu ortadadır. Nitekim bu hususta geçirdiğimiz sayısız deneyime rağmen, askerin darbe yapma kabiliyetinin halen mevcut olduğuna inanan çevreler bulunduğunu biliyoruz. Yani Türkiyede hâlâ daha yüreği itminan bulmayan çevreler mevcuttur. Demek ki onların da yüreklerinin yatışması, onların da işine gücüne dönmesi bakımından, üzerinde durulan maddelerin tashihine behemehal ihtiyaç duyulmaktadır.
Fakat biz şahsen ilgili meseleye sırf bu açıdan yaklaşıyor değiliz. Ordunun darbe histerisinin önüne kuşkusuz geçilmelidir. Fakat mesele sırf bununla sınırlanamaz ve sınırlandırılmamalıdır da!.. Çünkü burda önemli olan, darbeye gerekçe teşkil eden maddelerin tashihinin yanı sıra, asıl olarak Türk ordu gücünün yeniden yapılandırılması ve çağın ihtiyaçlarına göre yeniden kurgulanması ihtiyacıdır. Nitekim İkinci Ordunun son aylarda kaydettiği başarılar, noksanımızın hangi alanlara münhasır bulunduğunu açıkça ortaya koymamaktadır.
Ancak Türk ordusunun asıl sorunu, bize göre daha başka noktalarda toplanıyor. O da Türk ordusunun varlık nedenini, zaman zaman kuşkuya düşürecek davranışlar sergileyebilmesidir. Düşünün ki ordu denilen askerî varlık, zaman oluyor kendi milleti ile ters düşebiliyor. Doğrudan siyasi tutum takınarak, bunu İkinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi, kendi milletine empoze etmeye kalkışabiliyor.
İşte bu gelenektir ki askeri varlığın bütününü, neredeyse jandarma seviyesine indirgeyebilmektedir. Dolayısıyla NATO şartlarında edinilmiş bir alışkanlıkla güvenlik stratejilerinde dışa bağlı bir ordu, sonunda ister istemez iç sorunlarla boğuşmak mecburiyetinde kalmaktadır. Yani asıl hedef ve stratejisi, kendi ülkesini egemen batı sistemine bağlı kılmak, milli iradenin ve siyasetin kaydettiği mesafeleri de yeri geldikçe tashih ihtiyacı duymak!.. Haliyle Türk Ordusunun üstlendiği bu rol, iki bloklu dünya dönemine mahsus geleneksel bir tutum olarak nitelendirilebilir.
Fakat dünyanın aldığı yeni şekli de unutmamak gerekiyor. Her ne kadar Türkiyenin NATOya bağlılığı devam etse bile, ülkemizin NATO perspektiflerinin dışına taşan bakışları, öngörüleri ve yaklaşımları mevcuttur. Türkiyenin Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar ve Akdenize dönük yeni yaklaşımları, ordumuzun dikkatinin de bu alanlara teksifini zorunlu kılması tabiidir. Eskiden at gözlüğü ile baktığımız halde, şimdilerde bölgesel ve küresel düşünmek ve bakmak mecburiyetimiz nasıl olur da inkâr olunabilir?
Dolayısıyla Türkiyenin önüne çıkan sorunlar değişmiş ve büyümüş, karşımıza çıkan imkânların genişliği de bize tarihî roller yüklemeye başlamış demektir. Bu durumu hafife almamak, iç sorunlarımız arasında kendimizi heba etmememiz gerekiyor. Buna ordu içi hizipleşmeler kadar, iç siyasette tadını kaçıran tartışmalar da dahildir.
Yani Türkiye şimdilerde, yirminci yüzyıla mahsus ideolojilere benzemeyen yepyeni yükümlülüklerin, yepyeni ideallerin arayışı içinde gözüküyor. Ayrıca ülkemizde çağdaş uygarlık hedefleride tahakkuk ettiğine göre, tarihin ve coğrafyanın bize yüklediği yeni misyonların şuurunda olmak, askeri eğitim ve ideallerimizi de buna göre yeni baştan kurgulamak durumunda değil miyiz? Yani milli ve toplumsal aktivitelerle, ordu kurumunun dışa ve içe dönük algılamaları arasındaki açı farkının uyumlulaştırılmasının zamanı çoktan gelmiş bulunmaktadır.
Bu açıdan düşününce, 35inci veya bilmem kaçıncı maddenin herhangi bir lüzumu kalmış olabilir mi? Devir değişmiş, çağ değişmiş, tarih ve coğrafyaların bize yüklediği stratejiler farklılaşmış; dolayısıyla Türkiyenin şuuru büyümüş de büyümüştür. İşte bunun için ordunun kendi içinde yaşadığı iç tartışmalara bir an önce son vererek, yeni Türkiyenin heyecanlarına kurum olarak iştirakini arzu etmekteyiz. Kendi milletinin değerlerini özümsemiş, eğilimini buna göre ayarlamış, bu noktadan itibaren de yeni, ortak bir dil ve üslûp geliştirebilmiş bir ordu!..
Dolayısıyla Türkiyenin, Birinci Dünya Savaşı sonrasının tarihi komplekslerinden sıyrılıp çıktığını, İkinci Dünya Savaşı sonrasının iki bloklu yapılarının da çok gerilerde kaldığını unutmamak gerekmektedir. Yani yeni, yepyeni bir çağın eşiğindeyiz şimdi!.. Kaldı ki Türkiyenin yarın İsraille arası düzelse bile, 28 Şubat döneminde olduğu gibi, ortak karşı irtica cephesi teşkil etmelerine de asla imkân bulunmamaktadır.
İşte şartları böyle okuyarak, Türk ordusunun ideolojik/yapısal bir dönüşüm gerçekleştirmesi lüzumu ortadadır demek istiyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.