Ergenekon'u sulandırma gerekçesi..
Ergenekon İddianamesi'nin 2500 sayfa olmasını yadırgayanlar başka davalara atıflarda bulunuyorlar. Kimi 12 Eylül dönemindeki MHP İddianamesi'ni, kimisi de 12 Mart dönemindeki Madanoğlu Davası'nı örnek gösteriyor.
Başka davaları örnek gösterenler de var.
Oysa her dava kendi öznel koşulları içinde değerlendirilebilir. Aslında “Madanoğlu Davası” iddianamesi pek çok başka davayla, mesela “THKO”, “THKP-C” veya “Deniz Subayları” davalarıyla bağlantılıydı. Ancak bu bağlantıları tek bir dava altında birleştirmek yoluna gidilmedi, gidilemezdi de. çünkü 12 Mart Muhtırası'nı veren komutanların neredeyse yarısı tasfiye edilen 9 Martçı darbecilerle ilişkiliydi. İşin doğrusu herkesin herkesle bir şekilde ilgisi vardı.
Bu ilişkiler sonraki dönemlerde bir bir ortaya serildi. O dönem büyük ölçüde aydınlanmış olduğundan fikir yürütebiliyoruz.
Küçük bir örnek size..
Nurhak Dağları'nda THKO'ya yönelik operasyonlara katılan sosyal demokrat eğilimli Jandarma Komando Albayı Yılmaz Erkekoğlu, "Nurhak ey Nurhak" isimli kitabında şöyle der:
"Bir avuç insana bakıp, anayasa ile müesses demokratik nizamı, silah zoru ile yıkarak yerine marksist-leninist bir düzen getirecek insanlar bu kadar mıydı düşüncesi yanlış olur. Onlara verilen görev görünüşün ardında yatan büyük ve gizli girişimin ufak bir bölümü idi. Bu görevi yapmak için büyük bir içtenlikle bir araya geldiler, zorlukları göğüslemeye çalıştılar. Belki zamansız olarak görevlendirildikleri ve yanlış yere gönderildikleri, belki de arkalarındaki büyük güç'ün desteğinden yoksun kaldıkları için yenildiler."
Erkekoğlu'nun sözünü ettiği büyük ve gizli girişimi 'ufak' bağlantılarıyla birlikte yargı önüne çıkartacak bir güç yoktu ortada.
Dolayısıyla büyük girişimi organize edenler yargı dışında kaldı..
* * *
“Ergenekon'un tutuklu sayısı az, iddianamesi çok fazla” mantığı yanlış.
çünkü 12 Mart davaları asıl organizasyonun örtülmesini sağlayan davalar aynı zamanda. Mesela darbe girişiminde bulundukları gerekçesiyle 15 Mart'ta emekli edilen Tümgeneral Celil Gürkan ve bazı arkadaşları iki yıl sonra sorgulanabildiler.
Daha yukarıya zaten çıkılmak istenmedi.
9 Martçı sanıklardan Hava Yüzbaşı Fevzi özkaya "Bizi örgütleyenler de mahkemeye sanık olarak çıksınlar" diye boşu boşuna bağırmıyordu. Hatta bu davanın ordunun üst kademelerinde bir pazarlık unsuru olarak kullanıldığı bile söylenebilir.
Uzun lafın kısası 12 Mart döneminde Erkekoğlu'nun sözünü ettiği büyük girişimde en altta yer alanlar kurban edildi. Orta saflardaki subaylar, aydınlar paçayı yırttı. Ortanın üstündekilere ise ilişilmedi.
Kaldı ki o dönemde iddiaları delillendirme, zanlılar arasındaki bağlantıları tespit etme imkanları şimdikine göre çoook kısıtlıydı.
öte yandan şimdiki iddialar tek bir suç içermiyor.. Biribiriyle ilişkili olduğu iddia edilen çok çeşitli suç var.
Ergenekon İddianamesi'nin niye 2500 sayfa olduğunu bu bile kendi başına açıklamaya yeter. Eğer amaç iddianameyi sulandırmak ise isterse yüz sayfa olsun ne fark eder.
Umarız bu kez, alt, orta, üst demeden bütün iddialar aynı ciddiyetle ele alınır. Suçlu, suçsuz ayrılır.
Darbe kavramı da demokratik hayatımızdan çekip gider.
Ali Şeriati'ye ne oldu?
Ali Şeriati'yi Cemil Meriç'in “Kırk Ambar” kitabıyla tanımıştım. Türkiye'nin 1980'lerdeki İslamcı kuşakları da büyük bir açlık ve iştiyakla Ali Şeriati'yi okurlardı. İranlı muhalif bir aydın idi. Şii kökenine sıkça vurgu yapmakla birlikte Şiiliğin geleneksel pek çok yorumunu eleştirirdi. Ali Şeriati Sünniler tarafından “Şii” olarak nitelenirken müfrit Şiiler de onu “Sünni” olmakla suçlamışlardır. özellikle “Ali Şiası-Safevi Şiası” kitabıyla şimşekleri üzerine çekti. Ali Şeriati ayrıca “İslam sosyalisti” olarak da anılır. Jean Paul Sartre'nin, “Bir dinim yok, ama bir din seçseydim bu Şeriati'ninki olurdu” dediği bile rivayet edilir. Muhtemelen Cemil Meriç de Şeriati'yi ilkin Fransız kaynaklardan tanıdı. Yani herkesin kendine göre bir Ali Şeriati'si var. Bizde Cemil Meriç neyse İran'da Ali Şeriati daha fazlasıdır. Şah rejiminden kaçarak İngiltere'ye giden Ali Şeriati'nin ani vefatında İran gizli servisi Savak'ın parmağı olduğu kuşkusu hep oldu. Hele de Savak'ın çevirdiği entrikalar, bulaştığı kirli işler hesaba katılırsa böyle bir algılama doğal bile karşılanabilir.
Timeturk'te İran'lı aydınlardan Abdulkerim Suruş'la yapılan bir söyleşi yayımlandı. Şeriati'nin naaşını ilk görenler arasında yer alan, hatta yıkanıp kefenlenmesinde bulunan Suruş ölümün doğal olduğunu ve otopsi raporlarının bunu doğruladığını belirtiyor. Sürgünde vefat eden Şeriati'nin naaşı memleketinde değilse bile hiç olmazsa İslam toprağı olan Suriye'de defnedildi. Şeriati'nin halen hayatta olan eşi, kocasının Savak ajanları tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü savunuyor. Suruş'un aradan 30 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen Şeriati'nin doğal nedenlerle öldüğünü söylemesi biraz tuhaf kaçıyor. Suruş'un söyledikleri Şeraiti'nin ölümü üzerindeki kuşku bulutlarını dağıtmaya yetmiyor. Ancak Suruş, Şeriati'ye ilişkin kıymetli bilgiler de veriyor. Şeriati'nin farklı yönlerini merak edenler www.timeturk.com'daki söyleşiyi okumalılar.
UFO'suz nasıl yaşayacaksınız ey Dost'lar?
İnternet sitelerine yansıyan bir görüntü uzun yıllardır üzerine pek çok saçma inancın temellendirildiği UFO efsanesini yerle bir ediyor. Görüntüde bizim “uçan daire” dediğimiz şeyin Amerikalılar tarafından yapılmış bir uçan araç olduğu görülüyor. Yani “Uçan daireler” öyle uzaylılar muzaylılara ait değil, düpedüz insan elinden çıkma bir ürün arkadaşlar.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de bazı cin fikirli uyanıklar UFO'lardan saçmalıklar türettiler. UFO'ların cinler olduğundan tutun da dünyayı işgal etmeye hazırlanan istilacı uzaylıların akıncı gücü olduğuna kadar sürüyle yorumlar geldi geçti hayatımızdan.
Bir ara ünlü sanatçıların da rüzgarına kapıldığı Beyt-i Dost tarikati neredeyse UFO'lar üzerine oturtulmuştu. CHP milletvekili Nur Serter'in genç bir öğretim üyesiyken yazılar yazdığı “Sevgi Dünyası” dergisinde UFO'ların görevli varlıklar olduğu safsatası hayli müşteri bulmuştu. Beyt-i Dost'un başında hipnoz uzmanı Dr. Refet Kayserilioğlu diye biri bulunuyordu. Ruh çağırma seansları düzenleyen bir gruptu. Bunlara göre UFO'lar insanlığa üstün bilgiler getiriyorlardı. Tabii UFO'lar “büyük görev” için seçilmiş insanlara gelip gitmekteydiler.
Sadece bize özgü saçmalıklar değildi bu. Dünyanın pek çok yerinde UFO grupları, dernekleri, tarikatleri kurulmuştu.
Ne amaçla yapıldığı belli değilse de UFO'lardan sektörler doğurmakta mahir insanlar gördük. Gora filminde Cem Yılmaz'ın canlandırdığı “üçkağıtçı Arif”in Kütahya porselenden bir tabağı bir köylünün eline vererek çektiği fotoğrafı “Uçan daire görmüş bir köylü” diye yutturmaya kalkması cuk diye oturuyor saçmalıklar dizisine. Bu soytarılık daha güzel anlatılamazdı.
Montaj değilse son görüntüler UFO'lardan nemalanan sahtekarlara ağır bir darbe olacak. Görüntülerin şimdi ortaya çıkmasındaki hikmet yakında anlaşılır. 50 yıldan fazla süren bu saçmalığın neleri örttüğü, neyi görmememizi sağladığını da öğreniriz böylece. Uzayla ilgili bazı yerleşik bilimsel efsanelerin üzerindeki şalların kaldırıldığını da görürüz belki.