Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Kayıp adresler

Kayıp adresler

Genelde toplumlar his ve heyecanları ile yaşar. Önemli bir olay olur, hepimiz üzülürüz. Falan şehirde vuku bulan trafik kazası, öbür tarafta sel baskını hepimizi yaralamaya yeter. Televizyoncular ve gazeteciler toplumun bu yanını iyi bildikleri için, ya haber bültenlerine ya da gazetelerin belirli sayfalarına bu tür haberleri göze batacak şekilde yerleştirirler.


Gazetenin az okunduğu, televizyonun da nadir bulunduğu zamanlarda, orta veya büyük çaplı trafik kazaları, kendilerine bu kadar rahat yer temin edemezdi. Velev ki onları kullanmak taraftarı olan sayfa editörleri, belki tek sütun üzere değerlendirirlerdi. Dolayısıyla bu tür haberler, “şehir haberleri” gibi genel bir başlık altında ancak kendilerine yer bulurdu.

Tabii bir de eskiden fotoğraf, şimdiki kadar bol değildi. Uzak illerden gazetelere telefonla haberler yazdırılsa bile, ona paralel görüntü/fotoğraf nakli pek mümkün olamazdı. Dolayısıyla eski gazetelerde, ya siyasetin merkezi Ankara’ya ya da gazetenin basıldığı İstanbul’a ait fotoğraflar yer alıyordu. Bir de tabii, ilgili gazetenin fotoğraf arşivi varsa, yenice vuku bulmuş bir olayla ilgisi kurulabilecek görüntü malzemesi çıkarsa, ne âlâ!.. Aksi halde gazetelerin sayfaları baştan sona yazı, baştan sona haber ve röportajlarla dopdolu olurdu ki sormayın.

Fakat şimdi bırakın televizyonu, gazeteler bile yarı yarıya fotoğrafla dolu. Dahası öyle gazeteler var ki piyasada, neredeyse dörtte üçü fotoğraftan ibaret!.. Yani sizin anlayacağınız günümüzde gazete demek, okunan bir şeyden ziyade, seyredilen bir nesneye veya fotoğraf albümüne dönüşmüş vaziyette. Bunun sebebinin, televizyon kültürünün yaygınlaşması olduğunu söylemeye gerek yoktur sanırım. Fakat hadiseyi tek sebebe bağlamak ne kadar doğrudur, onu da bilemem.

Çünkü televizyonun dışında da bazı sebepler olmalı.

Meselâ toplumsal alt-kültür gruplarının aşağıya indikçe, uzun haber ve yorum yazılarına iltifat göstermedikleri gibi bir kanaat var. O kesimler için denir ki, onlar okumaktan ziyade seyrederler!.. Bu seviyedeki toplumsal tabanların genişliğini düşünürseniz, onlara göre de gazete gerekecektir. Hem de nasıl?

Ayrıca piyasada o tür gazeteler de yok değil. İşte o tandansta gazetelere baktığınızda, ilk fark edilen şey şişirtme, köpürtme bir manşet, devamıyla birlikte de ancak bir avuç hacminde su götürür bir haber!.. Peki ya diğer sayfalar? Aman Allah’ım!.. Baştan sona, eni-boyu yerinde fotoğraflar!.. Ya yazı ve haber mi dediniz? Haber denilen şey o tür gazetelerde, fotoğraf altı yazısına kadar düşmesin mi?

Bu tür gazetelerin bir haylisi 50-60 bin, yüzbin sattığına göre; demek ki toplumun bu kesimleri gazeteye okumaktan ziyade bakmak için ihtiyaç duyuyorlar demektir. Okumaktan ziyade bakmak!.. Fakat o fotoğraflara nasıl bakılacak? İşte o gazetelerin haberciliği burda kendini hissettiriyor. Fotoğraf altı yazısı hacmindeki haber, ilgili fotoğrafa nasıl bakacağınız hususunda ya bir yol gösterici ya da tahrik-teşvik aracı gibi bir şey!..

İşte böyle sınıflar için televizyon ilâç gibi bir şey!.. Durmaksızın görüntü akıyor, durmaksızın dikkat ordan oraya savrulup duruyor. Hislerini kendine kılavuz edinmiş, refleks ve antipatilerine kendini bırakıvermiş kişinin buradan doğan bir rahatlık ve huzur içinde saatleri boşa geçip gidiyor.

Bu sınıfların zevklerini ve temayüllerini belki onaylamayabilirsiniz. Fakat onlar var ve etrafımız onlarla dolu. Dolayısıyla bu kesimleri merkez alan bir siyaset, bu kesimleri müşteri telâkki eden bir televizyonculuk!.. Kuşkusuz bu tür zevk ve ilgiler de tatmin edilmek gerekmez mi?

Ancak burası öyle bir geçiş ve kırılma noktası ki sormayın!.. Zira bir kısım basın ve manipülatif merkezler, kalabalığın bu seviyesini ya içgüdülerinden ya da istismara müsait yanlarından yakalayarak, ordan oraya savurup duruyor.

Ama toplumun ve kültürün bu seviyesine hitap etmenin tek yolu herhalde bu olmamalıdır. İnsanın ve kalabalığın ruhunda mevcut olan hakkı teslim duygusu, adaletten yana olmak, kişiyi ve kalabalıkları aşkın duygularla yüz yüze getirmek niçin mümkün olamasın? Yeter ki bu manada insana lâzım gelen bir güven verelim. Yeter ki ruhunda mevcut olduğundan emin olduğumuz hakikat cevherine elimizi değdirelim. Bunun yolunu bilelim.

Dolayısıyla insanı bilmek ve tanımak, kalabalıkları sevk ve idareden ziyade, onlara nüfûzun yolunu arayıp bulmak bir ilimdir, bir sanattır. Daha doğrusu da ihtiyacını derinden duyduğumuz bir mürebbilik sanatı!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Türünay Arşivi