Bir imam yaratmak
Sadece Hâlık’ı Zü’l Celal’e taalluk eden “yaratmak” fiilinin beşeri iş ve işlemler için kullanılmasına sıcak bakmayanlardanım. Ancak bir önceki yazımda konu edindiğim üstad Necip Fazıl’dan ödünç ve cesaret alarak, hem kendisini bir daha yad etme ve hem de yazımın konusunu oluşturan türden imamlara ne kadar ihtiyacımız olduğunu ifade edebilme adına bu başlıkta karar kıldım.
Kitabının tanıtımlarına daha geçtiğimiz aylarda gazetelerin kültür sayfaları ve kitap eklerinde rastlamış; başlığın, bir otobiyografi için harika bir seçim olduğunu düşünmüştüm. “Bir İnsan Biriktirdim”. Öyle ya şu fani dünyada hepimiz bilerek veya bilmeyerek farklı kulvarlarda koşmuş, iyilik ve güzellikler yerine, peşinde koştuğumuz ve ebediyen bizim olmayacağını bildiğimiz mallar ya da hazlar biriktirme yolunu seçmiştik. Oysa o, bunların hiçbirine itibar etmemiş ve yalnızca bir insan biriktirmişti. Tanıtımların satır aralarında gezinip yazarın bir imam olduğunu öğrendiğimde heyecanım bir kat daha artmıştı. Arka kapakta yer alan Ümit Meriç, Ahmet Turan Alkan, İbrahim Paşalı ve Yıldız Ramazanoğlu gibi edebiyat ve matbuat âleminin usta kalemlerinin hocaya ve kitabına ilişkin düşüncelerini de okuyunca hemen sipariş verip heyecanla beklemeye başladım.
“Biz onu kendi halinde bir ‘hoca’ olarak görürken, meğer o kendi derdindeymiş, kendi derdiyleymiş. Hoca kamuflajını kullanarak, başka yerlerde ‘görünmez’ olmuş, rahat rahat zevklerinin peşinden gitmiş. Zevk edindiği o kadim dertlerin… Bu yüzdendir ki, o bir şey anlatırsa dinlerim, bir şey yazarsa okurum, bir yere çağırırsa giderim, bekle derse beklerim.” demiş, Paşalı. “Davut Özgül, diliyle has kelâmı; eliyle, has hayalleri biçimlendiren adamdır.” demiş, Ömer Lekesiz. Ramazan Kayan “Kaht-ı ricalin kahredici sonuçlarına katlanmaya çalıştığımız bir zaman diliminde, hayatın cevr-u cefasını tebessümle selamlayan insanlık müstesnası nadide kişilik…”; Yıldız Ramazanoğlu da “…İnce duyarlılıkların, hasbî ilişkilerin adamı. Böyle bir cami imamını tanımak, İslam’ın ince ayarlarda, dile gelmez ayrıntılarda gizli olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor…” demiş hoca ve eseri için.
Nihayet kitabım geldi. Sonraki günler, kısa bir tanışma faslının ardından aklımın ve çantamın en mutena köşesine yerleştirdiğim kitapla hemhal olacağım müstesna anların heyecanını daha da büyüttü içimde.
Günler sonra nihayet fırsat bulup da kitabı çantamdan çıkarttığımda “Davut hocanın kitabı mı çıkmış?” diye hüzünlü bir heyecanla atıldı yanımdaki dost. “Onu tanıyor musun?” soruma aldığım cevap, şimşek gibi çaktı beynimde. Büyü bozuldu, insicam kayboldu. Sanki yıllardır tanıdığım, sanki birkaç dakika önce oturup çay içtiğim, sanki bir yakınım, sanki babamdı yitirdiğim. Davut hoca, iki gün önce akciğer kanserinden ölmüştü.
Babam da imamdı ve yıllar önce, tıpkı böyle bir Ocak sabahı, tıpkı Davut Özgül gibi akciğer kanserinden ve tıpkı onun gibi güzel bir ölümle ölmüştü.
O, yalnızca bir insan yetiştirdi, demiştim. Kitabının çıkmasının hemen ardından da satılan kitapların parasını toplamaya değil, biriktirdiği insanın güllerini dermeye koştu.
Güle güle güzel insan!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.