BDP’nin siret ve sureti
Sorunun kansız çözümü adına her türlü fedakarlığa hazır ve bedel ödemeye razı olduklarını, hatta bu uğurda bulundukları mevkiden ve milletvekilliğinden bile ayrılmaya razı geldiklerini söyleyenlerin, ibretlik durumlarıyla karşı karşıyayız.
İmralı’ya gidecek BDP heyetinde kimin yer alacağı konusundan söz ediyorum. BDP’liler ve Genel Başkanları Selahattin Demirtaş bırakın bedel ödemeyi, şahsi prestijlerinin sarsılmasını bile göze alamayacaklarını hepimize gösterdiler.
Bilindiği üzere İmralı’ya BDP’den kimin gideceği konusu haftalardır bir krizdi.
Türlü türlü senaryolar bir tarafa olayın gerçeği şu:
Öcalan bir hükümlü. Dolayısıyla sadece ailesi ile görüşebilir. Bunun dışında kişilerin görüşmesi Adalet Bakanlığı’na yapılacak “resmi” başvuruya bağlı. BDP’liler uzun süre resmi başvuru yapmak istemedi. Bunun nedeni de Selahattin Demirtaş’ın İmralı’ya gitmeyi çok istemesi ve kendi prestijini çok önemsemesiydi.
Bir süre “Ben de genel başkanım, AK Parti’nin genel başkanı ile eşitim, bu muameleye tabi tutulamam” mantığını tutturmaya çalıştı.
Ama Demirtaş’ın bu atraksiyonu tutmadı.
BDP grubuna dokunsa da, Başbakan Erdoğan’ın dediği oldu.
Bakanlığa resmi başvurusunu yapan BDP, şu isimleri bildirmek zorunda kaldı:
Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan.
Başbakan’ın veto ettiği Demirtaş listede yer almadı.
Öncesine dönecek olursak;
BDP’liler bu konuda bile “Karpuz gibi kendimizi seçtirmeyiz” söylemiyle prestijlerine oynadılar.
İstiyorlardı ki, perde arkasında “Demirtaş” ve bir isim kabul edilsin, ardından resmi başvuru yapılsın ve İmralı’ya gitsinler. Daha bu basit meselede bile benliklerinden vazgeçmeyen, prestijlerini ve şahsi imajlarını düşünen BDP’lilerin, “her bedeli ödemeye” razı oldukları sözlerinin palavradan ibaret olduğu ortaya çıkmış oldu.
BDP’lilerin bu tavrı, PKK’nın yöneticilerini anlamamız için çok önemli bir göstergeydi.
Emin olun sorunun masada çözülmesi adına belli bir aşamaya gelindiğinde, kendi şahsi “statü”leri kırmızı çizgileri olacaktır.
Çünkü ne Öcalan, ne emrinde yüzlerce silahlı adam olan PKK’nın ağaları ne de seçilme garantili vekillik fırsatını elinde tutan BDP’liler, mevcut konum ve statülerini kaybetmek istemeyeceklerdir.
Eninde sonunda “statü” dayatmasını masaya getireceklerdir.
Çünkü silahlı güçler dağdan inerse, Öcalan da Karayılan da Bayık da anlamsız kalacağı gibi BDP de anlamsızlaşır.
PKK’nın rant yiyicileri diyebileceğimiz bu isimler asla kendilerini anlamsızlaştıracak bir noktaya getirmek istemezler işi.
Dağda terörist olmazsa Karayılan da bir hiçtir, Selahattin Demirtaş da bir hiçtir.
Cengiz Çandar’ın Avrupa’da “Ben PKK’nın yerinde olsam silah bırakmam” dediği bir ortamda, PKK’nın ağalarını siz düşünün.
Bir damla olsun daha az kan akması umuduyla görüşme dahil her enstrümanı kullanmak Türkiye açısından önemli. Kaybedilecek bir şey olmaz. Tabi, PKK silah bıraktığı ana kadar güvenlik alanında mücadeleden taviz verilmezse.
Sonuçta biz malımızı tanıyorduk ama bir kere daha teyit etmiş olduk.
“İmralı’ya gidecek heyeti biz seçeriz, kendimizi seçtirmeyiz, illa ben gideceğim” tavırları, bu adamların çözüm peşinde değil; tek dertlerinin şahsi ikbal, benlik, statü olduğunu ortaya koydu.
Barış maskeleri de düştü.
Siret her zaman ve zeminde olduğu gibi bir kere daha surete yansıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.