Papa da Nobel alır mı?
Dünya üzerinde bugüne kadar en çok zulme uğrayan, kanı dökülen ve savaş için en çok tahrik edilen topluluklar maalesef Müslümanlar oldu. Ancak bu gerçeğe rağmen dünya barışını en çok isteyen ve bu potansiyeli kendilerinde barındıranlar da yine Müslümanlardır. Tarihin akışı içerisinde Müslümanların hâkim olduğu devirlere bakıldığında kolayca görülebilecek olan bu gerçek, günümüzün hâkim güçleri tarafından ters yüz edilerek insanlığa sunulmakta ve bu yalanlar üzerinden oluşturulan sanal imajla İslam âlemini şekillendirme ve dünyaya çeki-düzen verme gayesi güdülmektedir. Bin parçaya bölünmüş Müslümanların bu kısır döngüden kurtulmasının ancak bölünmemek, parçalanmamak ve “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak”la mümkün olabileceği bilinci fert fert kavranmadıkça ne yazık ki kurtuluş da pek mümkün görünmemektedir.
Dünya siyasetinin kendileri tarafından belirlendiği zaman dilimlerinde insanlığa barış içinde ve bir arada yaşanabileceğinin en canlı örneklerini sunan ve hiçbir kimseye zulmetmeyen Müslümanlar, birbirine düş(ürül)düğünde de gücünü kaybetmiş ve eşi benzeri görülmemiş zulüm ve katliamların muhatabı olmuştur. Bu gerçek bugün de gün gibi ortadadır. Dünya barışını sağlayabilecek tek yolun yolcusu olan Müslümanlar bugün de tüm tahriklere, mezhep kışkırtıcılığına ve terörize edilme çabalarına rağmen kendisine uzatılan her eli tutmuş, en sahte tebessümlere bile samimi duygularla yaklaşmış ancak sonuçta payına düşen hep acı, hep kan ve hep gözyaşı olmuştur.
***
Geçtiğimiz hafta, çiçeği burnunda Papa Fransuva’nın üç yıl önce Yahudi bir hahamla birlikte kaleme aldığı “Cennet’te ve Yeryüzünde” adlı kitabı yeniden yayınlandı. Göreve gelir gelmez kilisenin yıllardır sapık ilişkiler nedeniyle yerle bir olan itibarını toparlayabilmek için kolları sıvayan ve işe el-etek öpmekle başlayan Papa, kitabının “Dinler” bölümünde “20. yüzyılda kendilerini tanrılar olarak görenler, tüm köyleri yerle bir ettiler. Türkler Ermenilere yaptı, Naziler de Yahudilere. İnsanları öldürmek için tanrısal niteliklere atıfta bulunan söylemler kullandılar.” demiş. Papa’nın bu paragrafını okuyunca aklıma bizim şu meşhur deve hikâyesi geldi. Devenin, “nerem doğru ki?” cevabında olduğu gibi hiçbir yerinde doğruluk bulunmayan bu paragrafla Papa, belli ki kendisini bu göreve getirenlere minnet borcunu ödemeyiya da “hazır bu makama kadar gelmişken bir de Nobel alsak hiç fena olmaz!” beklentisiyle belli merkezlere bir selam çakmayı düşünmüş. Bu arada laf aramızda “Papa, Pamuk’tan ders mi alıyor acaba?” diye de düşünmedim değil, doğrusu. Sonra fazla uzaklara gitmeden Haçlı seferlerini düşündüm, 1. Dünya Savaşı’nı, 2. Dünya Savaşı’nı, Bosna’yı, Cezayir’i, Afganistan’ı, Irak’ı, Sudan’ı, Somali’yi, Afrika’yı…
İngilizler Osmanlı’yı ve İslam âlemini parçaladı, vahşet ve barbarlığın ne demek olduğunu öğrendik. Fransızlar Libya, Cezayir ve Afrika’da taş üstünde taş bırakmadı. Sovyetler Birliği Afganistan’a girdi, yaktı, yıktı, yerle bir etti. Sonra Çeçenistan ve biz insanlığın en barbar milletinin Ruslar olduğunu düşündük. Bosna’da soykırım oldu, “Meğer yeryüzünün en vahşi, en gaddar, en acımasız insanları Sırplarmış!” dedik, sonra Hocalı katliamına şahit olduk ve yeryüzünün en vahşi insanları koltuğuna Ermenileri oturttuk. Sonra Irak, sonra Doğu Türkistan, sonra Arakan, sonra Keşmir, sonra Filistin, sonra ...
Sonunda küfrün tek millet olduğunu ancak bizim “tek bir ümmet” olamadığımızı gördük.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.