Mehmet Talu

Mehmet Talu

İstanbul'un Fethi

İstanbul'un Fethi

İmtisal-i câhidü fillah olubtur niyyetim,
Din-i İslam’ın mücerred gayretidir gayretim;
Fazl-ı Hakk u himmet-i cund-i ricâlullah ile,
Ehli küfrü serteser kahreylemektir niyyetim.
Milletimizin şeref ve zaferlerle süslü muhteşem tarihi içindeki en büyük zaferlerden birisi de: Hiç şüphe yok ki 29 Mayıs 1453 yılında gerçekleştirilen İstanbul’un fethidir. Binaenaleyh, biz bugün İstanbul’un fethinin 560 yıl dönümünü idrak etmenin mutluluğu içerisindeyiz. 29 Mayıs 1453, Türk ve dünya tarihinin son derece önemli bir dönüm noktasıdır. Bin yıla yakın bir geçmişi bulunan ve fakat çürüyüp-dağılmış, bozulup-kokuşmuş, maddi ve manevi bir ahlaksızlığın batağında çırpınmakta olan Bizans İmparatorluğu bu tarihte bir daha dirilmemek üzere can vermiştir. Bu bakımdan İstanbul’un fethi; sadece bir İl’in, bir beldenin fethi değil; tarihe damgasını vuran, çağ değiştiren önemli bir hadisedir. İstanbul’un fethinde sadece iki ordu değil, ayrı iki dünya çarpışmıştı.
Bu mücadele âdeta, Hakk ile bâtılın, aydınlık ile karanlığın mücadelesi idi. Bu zafer, Ortaçağ’ın karanlıkları üzerinde doğan bir adalet ve insanlık güneşi olmuştur. Bu tarihten itibaren yeni bir çağ açılmış, bin yıllık bir geçmişi bulunan Bizans İmparatorluğu tarihe karışmıştır. Bizans’ın paslı mıhını sökme şeref ve fazileti ise ALLAH sevgilisi, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin: “Ne güzel komutan! Ne güzel asker” diye müjdelediği, “Fatih Sultan Mehmet” ve “Osmanlı askerine” aittir. İstanbul gibi dünyanın gözbebeği ve can damarı sayılan bir şehrin fethedilmesini yüce ALLAH, Fatih Sultan Mehmed’e ve O’nun askerlerine nasip etmiştir.
Babası Sultan II. Murad’ın vasiyeti üzerine kendisine düşen en büyük görevin İstanbul’u fethetmek olduğunu kabul eden Fatih, henüz 21 yaşında bir genç iken bu büyük emeli gerçekleştirmiş, o güne kadar görülmemiş büyüklükte toplar icad ederek, karalardan gemiler yürütmek pahasına yenilmez bir iman ve azimle Bizans’ı fethetmiştir.
Fatih Sultan Mehmet ve askerlerinin en büyük gayesi Hz. Peygamber (S.A.V.) Eefendimizin övdüğü kimselerden olmaktı. Gerçekten: Bişr el-Ganevî (R.A.), babasından yaptığı rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz :
“Kostantiniyye yani İstanbul elbette feth edilecektir. O’nu feth eden kumandan, ne güzel kumandandır! Onu fetheden asker ne güzel askerdir!” buyurmuşlardır.
Bu hadîs-i şerif, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mucizelerinden bir mucizedir. İstanbul, asr-ı saadette Kostantiniyye ismi ile bilindiği için, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de hadîs-i şeriflerinde bu isimle anmışlardır.
İstanbul’un fethine dâir Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından verilmiş olan bu müjde, İstanbul’a yönelik olarak ümmetin gönlünde, önüne geçilmez bir cihâd ve fetih sevdası oluşturmuştur. Hadis-i şerifin bütün rivayetlerinin sonunda yer alan bir nottan anlaşıldığına göre, Mesleme b. Abdülmelik, Abdullah b. Bişr el-Ğanevî’den bu hadis-i şerifi sormuş, O da yukarıdaki şekilde hadisi rivayet etmiş, bunun üzerine Mesleme, o sene İstanbul’u fethe çıkmıştır.
Bu büyük müjde, sahabe-i kiramı da heyecanlandırmış, İstanbul seferinde bulunmayı arzu etmişlerdi. Bu yüzden, 668 yılında Emevilerin yaptığı İstanbul seferine pek çok sahabe katılmıştı. Emeviler, bu kuşatmada İstanbul’u alamadılar ama, başta Ebû Eyyûb el-Ensarî (R.A.) olmak üzere, İstanbul önlerinde sahabelerden 400 kadar şehit bıraktılar. Onlar öncülerdi. Yani İstanbul’un manevî fatihleri...
Özellikle, Resûlullah (S.A.V.) efendimizin sancaktarı ve Resûlullah (S.A.V.) efendimizi yedi ay evinde misafir eden 96 yaşındaki Ebû Eyyûb el-Ensarî (R.A.)nun İstanbul önlerinde şehit düşmesi, sahabedeki fetih özlemini göstermesi bakımından oldukça anlamlıdır.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu hadîs-i şeriflerinde övülen kişilerden olabilmek için: İlki Hz. Osman (R.A.)nun hilafeti zamanında, Şam Valisi bulunan Hz. Muaviye (R.A.) tarafından olmak üzere, Hicri 32. senesinden itibaren pek çok İslâm komutanı ve İslâm ordusu İstanbul’u defalarca, tam 29 kerre kuşatmıştır. Fakat, İstanbul’u fethetmek, askeri dehası bugün de herkesçe kabul edilen 21 yaşındaki Fatih Sultan Mehmed’e nasip olmuştur. Hadis-i şeriflerde fethin müjdelenmesi, mücahidlerin “güzel kumandan ve güzel asker” olarak tanıtılması, bunların günahlarının bağışlandığının bildirilmesi, İstanbul’un fethini her İslâm kumandanının kavuşmayı arzu ettiği bir gaye, ulaşmaya can attığı bir hedef haline getirmiştir. Ve nihâyet ALLAH Teâlâ, 29 Mayıs 1453 yılında bu fethi Osmanlı Sultanı II. Mehmed’e nasip etmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, dehanın, azmin, irade ve sabrın nişânesi bir devlet adamıydı. İstisnasız bütün dünya tarihçileri bu hususta hemfikirdir. Gerçekten 21 yaşında bir gencin, kıtalara uzanmış bir devletin padişahlığını yapması, istikbale ait düşüncelerini safha safha ve hiç taviz vermeden gerçekleştirmiş olması; üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir konudur.
Fatih, padişah olmadan önce ve sonra hep İstanbul’u düşünmüştür. Gece rüyalarında gördüğü, hayallerini süsleyen zafer, İstanbul’un fethidir. Çünkü daha şehzadeliği döneminde, küçük yaşta İstanbul sevdasına tutulmuştu. Hocalarının öncülüğünde Fetih Suresi ve Fetih Hadis-i şerifini mütalâa ediyor; İstanbul, rüyalarını süslüyordu. Hatta çocukluk oyunları bile İstanbul üzerineydi.
İkinci Mehmed, bu işe kendisini öylesine kaptırmıştı ki, bazan bu düşünceyle dalıp gidiyordu. Birinde Hocası Molla Gürani’yi beklerken yine dalmış, hocasının derse girişini fark edememişti. Molla Gürani seslendi:
- Mehmed! Bu ne hal? İrkilerek kendine geldi ve şöyle cevapladı:
- Kusuruma bakmayın, Hocam!.. Bir sevgilimiz var: İstanbul... Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin fetih hadis-i şerifi aklıma geldi de...
II. Mehmed, hem din ilimleri, hem de yaşadığı dönemde revaçta olan ilimlerle meşgul olmuş; madden ve manen donanımlı hale gelmişti. Dokuz yabancı dil öğrenmiş, dünya konjonktürünü yakından takip etmişti.
Uzun günler sabahlara kadar uyumamış; planlar, projeler çizmiş; hadiseyi en ince ayrıntılarına kadar tespit etmiş ve namaz sonu dualarında ellerini ALLAH Teâlâ’ya açıp, gözyaşlarıyla fısıldamıştır:
- Yâ Rabbi!.. Bizi Resûlü’nün övdüğü kimselerden kıl. Sonra kesin buyruk, büyük ferman: “İstanbul Mutlaka Feth-Olunacaktır…”
Feth-i Mübîne doğru
Sultan İkinci Murad Hân oğlu İkinci Mehmed, müstakbel Fâtih, 18 Şubat 1451 günü Edirne’de on dokuz yaşının içinde ikinci defa tahta çıkmış ve bu tarihten hemen bir yıl sonra Karadeniz boğazına hâkim olup, Bizans’a bu yönden gelecek yardım yolunu kesmek ve Anadolu-Rumeli geçidini emniyet altına almak gayesiyle elli bin kişilik ordusu başında Edirne’den hareketle Bizans önlerine gelip, 1452 yılının Mart ayı sonlarında Rumelihisarı inşâsına başlamıştır.
Rumelihisarı, Yıldırım Bâyezid tarafından Boğaz’ın Anadolu yakasına yaptırılan ve o devirde “Güzelcehisar” diye anılan Anadoluhisarı’nın karşısına inşâ olunup bu iki kale ile Karadeniz boğazına hâkim olunarak Fâtih’in Boğazlar rejimi kurulmuştur!..
Rumelihisarı, misilsiz bir gayretle üç buçuk ayda tamamlanmış ve böylesine dev bir inşaatın o devir şartları içinde bu kadar kısa zamanda bitirilebilmesi, Batı’da “şayan-ı hayret bir iş” olarak anılmıştır.
Rumelihisarı inşaatının devam ettiği günlerde bu inşaatı protesto gayesiyle gelen Bizans imparatorunun elçilerine:
- Benim gücümün ulaştığı yerlere sizin imparatorunuzun ümid ve hayalleri bile ulaşamaz, cevabını veren Sultan İkinci Mehmed’in ordusu 23 Mart 1453 Cuma günü Edirne’den hareket ederek 5 Nisan günü Bizans önlerine gelmiş ve Otağ-ı Hümâyûn, Topkapı önüne kurulup etrafı derin hendekle çevrilmiştir. Sultan İkinci Mehmed Hân 6 Nisan günü, yanında Akşemseddin, Akbıyık dede, Molla Husrev, Molla Gûrânî gibi ALLAH dostları ve bütün ordusu ile sûrlar önünde Cuma namazı kılmış ve namazı müteâkib çıkan münadiler muhasara harekâtının başladığını ilân etmişlerdir.
11 Nisan’da “Şâhî” adlı büyük top önce Eğrikapı, sonra Topkapı önüne getirilmiştir. Bizans döneminin İstanbul’u, minare yüksekliğinde kalın surlarla çevriliydi. Bütün dünya “İstanbul surları geçit vermez” görüşündeydi. O güne kadar kimse deniz kuşatmasını düşünememişti. Fatih, Dolmabahçe sırtlarında gizlice yaptırdığı yüz gemiyi, 22/23 Nisan gecesi, akla hayale gelmez bir azim ve gayretle Haliç’e indirtmeyi başarmış, ertesi gün Haliç’e bir köprü kurdurtmuştur. Böylelikle dünya tarihinde bir ilk gerçekleştirilmiş oldu. Gemilerin karadan yürütülmesi... Bizanslılar Osmanlı donanmasını Haliç’te görünce moral olarak çöktüler. Sûrlar devamlı dövülerek, lâğım kazılıp yer altı savaşıyla Bizans tehdit edilerek ve tekerlekli kule ile sûrlar hizasına kadar yükselip savaşılarak muhasara devam etmiştir.
Mum Donanması
1453 yılının 28/29 Mayıs gecesi, aynı yılın 6 Nisan Cuma günü başlayan Bizans muhasarasının son gecesidir. Şanlı ordu bu geceyi “Mum Donanması” yaparak geçirmiştir. O gece, bu mum donanması denilen ateş ve ışık şenliği, hava karardıktan sonra başlamış ve Marmara’dan Haliç’e kadar uzanan bütün muhasara hattında bir anda kandiller, fenerler, mumlar, meş’aleler ve öbek öbek ateşler yakılmış, donanmamızın gemileri de aynı şenliğe katılmış ve böylece Bizans, ateşten bir çember içine alınmıştır. Bu ışık deryası içinde yükselen Tekbîr ve Tehlîl sesleri, Bizanslıların mâneviyatını yıkmış, gözyaşlarıyla birbirini çiğnercesine Ayasofya’ya koşan halk, imparatorla beraber bütün devlet ve saray erkânının da katıldığı son âyine iştirak etmiştir!.. Bu mum donanması harekatı, ilhamını, kaynağını şu hadîs-i şeriften almıştır: Amr b. Avf (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“ALLAH Teâlâ, müminlere İstanbul ve Rum topraklarının, tesbih ve tekbir ile fethini nasib buyurmadıkça kıyamet kopmayacaktır.” buyurmuşlardır. İşte Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu müjdesi gereğince, İslâm ordusunun her bir neferi dilini tesbih ve tekbir ile süslüyordu. Bu ulvî, yüce kelimelerin sadası, ta göklere kadar yükseliyor, bütün kalblere yumuşaklık, rahatlık, hayret ve heybet veriyordu. Hatta İstanbul’un bu kuşatılması esnasında şehirde bulunan Sakızlı Piskopos Leonardo, yazdığı bir tarih kitabında: “Oh! Eğer siz de bizim gibi Lâ ilâhe illALLAH Muhammedür-Resûlullah diyen Fetih ordusunun sadalarını duysa idiniz, şaşkın ve dilsiz kalırdınız.” demiştir.
Evet... Bu ulvi tesbih ve tekbir sadaları ruhları büyülüyor, muhalif kuvvetleri hayrete, felce uğratıyor, ehl-i tevhide karşı koyulamayacağını, direnme yapılamayacağını kalplere duyuruyordu.
“Mum donanması” gece yarısına kadar devam etmiş, daha sonra bütün ışıklar söndürülüp ortalık zifirî bir karanlığa gömülmüştür. Bu zifirî karanlık içinde Sultan İkinci Mehmed Hân bütün muhasara hattını at üzerinde gezmiş, tepeden tırnağa beyazlar giyen Akşemseddin asker arasında dolaşarak telkinlerde bulunmuştur. Çıkarılan münadiler, Bizans fethinde yararlık göstereceklere verilecek dünya nimetlerini ilân ederken, Orduy-ı Hümayûndaki asker, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Hadîs-i şerîflerinin sırrına mazhar olabilmenin, o ebedî mükâfatın hazzı içinde birbiriyle helâllaşıp sabahki cihada hazırlanmıştır.
Görülüyor ki, fetih harekâtının iki yönü vardı. Birisi maddi, askeri; diğeri ise manevi idi. Maddi yönünü Fatih, manevi yönünü ise Akşemseddin üstlenmişti. Feth-i mübin bu iki yönlü harekâtın neticesinde gerçekleşmişti. Her zamanki olduğu gibi.

Feth-i Mübîn
29 Mayıs 1453 Salı günkü büyük hücum, şafakla beraber, mehterin vurduğu cenk havasıyla başlamış, iki saatten fazla devam eden bu umumî hücum esnasında, Akşemseddin gibi fethin mânevî liderleri dahi ateş hattına girmiş ve “Şâhî” adı verilen büyük topun açtığı bir gediğe saldıran Ulubatlı Hasan, Tekbîrle Topkapı sûrlarına çıkarak şanlı Bayrağımızı sûr üzerine dikip şehîd düşmüştür.
Ulubatlı Hasan’ın otuz arkadaşıyla birlikte şehâdetinden sonra, Sultan ikinci Mehmed Hân kumandasındaki ordu Topkapı’da açılan gediğe saldırıp şehre girmeğe muvaffak olmuş, diğer taraftan Edirnekapı civarında açılan gediklerde kanlı bir savaş başlamış ve bu kapılardan şehre dalan askerimiz, Bizans’ın son müdafilerini arkadan çevirip imhâ etmiştir. Böylece Feth-i Mübîn gerçekleşmiş ve zabtedilen sûrlardaki Bizans bayrakları sökülüp atılarak yerlerine şanlı Bayrağımız çekilirken; sûrlardan yükselen Ezan seslerini duyan Fâtih Sultan Mehmed Hân, hemen atından inerek sûrlar önünde “Şükür Secdesi”ne kapanmıştır. Fâtih Sultan Mehmed Hân, daha sonra otağına çekilip devlet erkânının tebriklerini kabul ederken, Haliç sûrlarını Cebeli Ali Bey, Tekfur sarayı sûrlarını Karaca Bey, Marmara sûrlarını ise Kapdân Hamza Bey geçip şehre girmişler, daha sonra Vezir Zağanos Paşa büyük birlikleriyle şehre dahil olmuş ve o gün henüz öğle olmadan şanlı askerimiz Aksaray taraflarında saf tertibatı almıştır. Fâtih Sultan Mehmed Hân, fetih günü öğleden sonra, hocası Akşemseddin önde olmak üzere ordusuyla birlikte Topkapı’dan şehre girmiş ve Bizans halkının tezahüratı, gaazilerimizin Tekbîr ve Ezan sesleri arasında ilerleyip Ayasofya’ya gitmiştir. Fatih ve ordusu şehre girerken kadınlara, çocuklara, sivil halka ve aman dileyenlere dokunmadı. Mabedlere zarar vermedi. Halkı, inançlarında serbest bıraktı. Hatta Bizans halkı şehrin yeni hükümdarını çiçek ve alkışlarla karşıladı. Çünkü Bizans yönetimi halkına zulmetmiş; halk arasında “Bizans külâhı görmektense, Osmanlı sarığı görmek daha iyidir” sözü yaygın hale gelmişti. Halk, Osmanlı’nın hak ve adalete bağlılığından haberdardı.
Fatih Ayasofya’ya geldiği sırada Ayasofya, kadın-erkek her yaştan Bizanslı tarafından tamamen doldurulmuş, bu muazzam kalabalık, Fâtih Sultan Mehmed Hân’ı Ayasofya kilisesi kapısında görünce, gözyaşlarıyla yerlere kapanmış ve işte o anda, o devir insanının bilmediği, görmediği, hattâ hayâl dahi edemediği bir olay vuku bulmuş, Fâtih Sultan Mehmed Hân, o muazzam kalabalığı sükûnete dâvet ettikten sonra şunları söylemiştir:
- Kalkınız! Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki, bu andan itibaren artık ne hayatınız, ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı şâhânemden korkmayınız!.. Halk, bu teminattan sonra sükûna kavuşmuş, daha sonra Ayasofya’yı gezen Fâtih Sultan Mehmed Hân, Ezan okunmasını emretmiş ve kılıçla fethettiği Ayasofya’yı, Hıristiyanlığın bu en büyük kilisesini camiye çevirerek o gün ikindi namazını orada kılmıştır!..
İmparator Justinien devrinde büyük masrafla beş yıl içinde inşa olunan ve milâdî 537 yılında merasimle halka açılan Ayasofya Kilisesi, fethe kadar dokuzyüzonbeş yıl, beş ay, beş gün kilise halinde kalıp Feth-i Mübîn günü Camiye çevrilmiş ve Fâtih’in emriyle kilise tertibatının kaldırılıp cami tertibatının kurulması üç günde tamamlan-mıştır. Feth-i Mübîn’in bu ilk gününde Galata Ceneviz halkı teslim olmuş, İstanbul payitaht yani başşehir yapılmış ve Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın şehrin her tarafında okunan fermânlarıyla Bizans halkının malı, canı, ırzı, dinî ve mezhebî hürriyetleri kanunlarımızın teminatı altına alınmıştır!.. Evet bütün engellemelere, çevrilen bütün entrikalara ve casusluklara rağmen ALLAH hükmünü icra etmiş, karalardan gemiler yürütülmek pahasına İstanbul feth olunmuştur, Bizans düşürülmüştür. Bu fetih, muazzam ve muhteşem Osmanlı Devleti’ne cihan fethinin bir paslı kapısını kırıp açmış, devletin adeta ortasında kalmış bir yaranın iyileştirilmesini sağlamıştır. Bizans düşünce, Roma da düşmüştür.
Gerçekten bu fetihle, feth edilen, sadece şehir olarak İstanbul değil; Roma İmparatorluğu da sona erdirilmiştir. Sadece Doğu Roma olarak bin yılı aşan bir zaman diliminde hakimiyetini sürdüren Roma İmparatorluğu, tarihte ortaya çıkmış en dikkate değer bir imparatorluktu. Yunan bilim, felsefe ve sanatı, doğu inanç ve kültürlerini, bir ölçüde Yahudi ve özellikle Hıristiyan inanç ve düşünce sistemlerini, yönetim, hukuk, siyasî yapı ve uygarlık olarak Roma İmparatorluğunda şekillenmiş, özümlenmiş ve uygulanmıştı. Müslüman Türklerin temsiliyle İslam düşünce ve bilimi, bu imparatorluğun miadının dolduğunu İstanbul’un Fethiyle alenî bir şekilde dünyaya ilan etmiştir. Bu bakımdan İstanbul’un Fethi bir tarih dönümüdür.
Çok parlak fetih vak’aları İstanbul’un fethinden evvelki asırlarda da yüzlerce defa vuku bulmuş; lakin, hiçbiri İstanbul’un fethi kadar büyülü bir tesir bırakmamış, onun kadar sürekli bir merakla hatırlanmamıştır. Yalnız bizim aramızda değil, gayr-i müslim muhitlerinde de ne zaman “fetih” ve “Fatih” sözleri geçse, 1453 Mayıs’ının 29’uncu Salı sabahı olan vak’a ve o gün Bizans payitahtına giren genç Fatih hatırlanır. Şüphesiz ki, fetih vak’asının icra ettiği bu tesirin sebebleri çok uzaklarda ve çok derinlerdedir.
Başarının temelindeki etkenler
Fatih Sultan Mehmed 49 yıllık ömrüne öyle büyük zaferler sığdırdı ki, tarihçiler bu konuda şu değerlendirmeyi yaparlar: “On yıl daha yaşasaydı, dünya tarihi daha değişik olurdu.” Fatih Sultan Mehmed’in başarısının temelindeki bazı etkenler şunlardır: İnancı, kendine güveni, kararlılığı, dini ve müsbet ilimleri ihmal etmemesi ve hiç bir tedbiri elden bırakmaması... Fatih, zafere inanmıştı. Fethin gerçekleşmesi, bu inancın zafere ulaşmaktaki etkisini ortaya koydu. İnanan insanın aşamayacağı hiç bir engel, elde edemeyeceği hiç bir başarı yoktur. Avnî mahlasıyla yazdığı şiirinde şöyle diyordu:
İmtisal-i câhidü fillah olubtur niyyetim,
Din-i İslam’ın mücerred gayretidir gayretim;
Fazl-ı Hakk u himmet-i cund-i ricâlullah ile,
Ehli küfrü serteser kahreylemektir niyyetim.
(Niyetim, “ALLAH yolunda cihad ediniz” emrine uymaktır. Bütün çaba ve gayretim; islam’ın büyüklük ve ulviyyetidir. Cenab-ı Hak’kın yardımı ve ALLAH dostlarının himmetleri ile; niyetim ve gayem, kafirleri tamamen ortadan kaldırmaktır.)
Kendine güveni tamdı. Bizans elçilerine söylediği şu söz bunun açık bir örneğidir: “Benim gücümün ulaştığı yerlere, sizin İmparatorunuzun hayalleri bile ulaşamaz.” Kararlıydı. Bunu “Ya ben Bizans’ı alırım, ya da Bizans beni” sözüyle ifade ediyordu.
II. Mehmed, bilgiye büyük önem verirdi. Din ilimleri ile müsbet ilimler arasındaki dengeyi çok iyi kurardı. Dünyada “bilgi”nin ne büyük güç olduğunun da idraki içinde idi.
Enbiyâ vü evliyaya istinadım var benim!
Lütf-i Haktandır hemân ümmid-i fethü nusretim.
Nefs ü mâl ile n’ola kılsam cihanda ictihad,
Hamdülillah var gazaya sadhezaran rağbetim.
Ey Muhammed mu’cizat-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umarım galib ola a’dayı dine devletim.
(Benim peygamberlere ve velilere ALLAH dostlarına bağlılığım, dayanağım var. Fetih ve yardımı hususunda bütün ümüdüm ALLAH Teâlâ’dandır.. Hak’kın hakimiyeti için malımı ve canımı vermeye ve ALLAH yolunda savaşa büyük bir arzu duymaktayım. Ey Sultan Mehmet! Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mucizesi ile, Devletimin, din düşmanlarına galip geleceğimi umarım.)
II. Mehmed, İstanbul kuşatması konusunda hiç bir tedbiri elden bırakmadı. Araştırdı, plânlar hazırladı, Rumelihisarı’nı yaptırdı, toplar döktürdü, gemiler yaptırdı. İstanbul’u hem karadan, hem de denizden kuşatmak üzere hazırlık yaptı. Kuşatma öncesi, plânı, konunun uzmanlarıyla son defa gözden geçirdi. 29 Mayıs 1453 Salı günü, sabah namazından sonra zırhını giydi, kılıcını kuşandı ve atına bindi. Askerine son hücum emrini verdi. “Geçit vermez” olarak tanımlanan dev surlar, çok iyi hesaplanmış top atışlarına direnemedi. 53 günlük kuşatma sonunda fetih gerçekleşti. İkinci Mehmed, Hocası Akşemsettin önde olmak üzere ordusuyla birlikte Topkapı’dan İstanbul’a girdi. Artık bundan sonraki ünvanı “Fatih” olacaktı.
İstanbul’un fethinin sonuçları
Aylarca, yıllarca düşünülüp taşınılıp bu zafere hazırlanıldı. İstanbul’un fethi dünya tarihinin seyrini değiştiren muazzam bir olay oldu. İman ve azmin zaferini gösterdi. Sabır ve kararlılıkla ne büyük engellerin aşılabileceğini ortaya koydu.
İstanbul’un fethi, Osmanlı Devleti ve bütün dünya üzerinde çok önemli sonuçlar ortaya çıkardı. İstanbul’un fethiyle birlikte, 11 asır devam eden Doğu Roma İmparatorluğu yani Bizans yıkıldı. Bizans’ın, dünyaya reklâm edildiği kadar güçlü olmadığı görüldü.
Osmanlı, fetihten sonra büyük bir siyasî üstünlük elde etti. İmparatorluk kimliğini kazandı. İslâm dünyasının güven ve cesareti arttı. Boğazların kontrolü Osmanlı’nın eline geçti. Ticaret gelişti. İstanbul, ticaret ve kültür merkezi oldu.
Avrupa’nın karanlık “Orta Çağ” dönemi kapandı, yeni bir çağ başladı. Avrupa ülkeleri yeni arayışlar içine girdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Talu Arşivi