“Yoğurda katarsan ayran, rakıya katarsan bayram olur”
Türkiye, uzunca bir zamandır içki tartışmaları ile yatıp kalkıyor. Önceleri irtica paranoyalarının en büyük kaynağını başörtüsü ile okumak isteyen genç kızlar ya da okulda namaz kılarken yakalanan öğrenciler oluştururken şimdilerde bu görevin, içki satışına getirilen kısıtlamalar üzerinden yürütüldüğüne tanık oluyoruz.
Sesleri artık eskisi kadar gür çıkmasa da kıyıdan köşeden hala, mahalle baskısı ve belli bir yaşam tarzının kısıtlandığı şeklindeki safsataların ve “Nereye gidiyoruz?, “İçki yasaklanıyor mu?”, türünden teranelerin tekrar tekrar ısıtılıp önümüze sürüldüğüne şahit oluyoruz.
“İçiyorsan bizdensin!”
Bizim karşı mahallenin zihninde modernlik, çağdaşlık ve ilericiliğin, beton binalar, çıplaklık ve alkol tüketimi gibi belirli ve fakat gerici göstergeleri olageldi her zaman. İçki içip sarhoş oluyorsan çağdaşsın, Atatürkçüsün aksi halde gerici ve yobazsın. Bu acı gerçeği kabullenip “Atatürk de iyi içerdi!” dediğinizde nedendir bilinmez, hemen karşınıza geçip “Hayır efendim, siz, Atatürk’ü sabah akşam içen bir ayyaş olarak gösteremezsiniz!” derler. E madem içki, çağdaşlığın ve muasır medeniyet seviyesinin çok iyi bir göstergesi, o halde neden buna itiraz ediyorsunuz? Yoksa Atatürk de mi bir gericiydi?
Hadi şehir ismi vermeyelim, lisede okurken her gün otobüs beklediğimiz durağın hemen arkasında bulunan bir meyhanenin kapısında yazan “Atam izindeyiz!” ibaresini birbirimize gösterir ve “Demek ki iz, böyle bir şeymiş.” diye gülüşürdük. Konumuz, Atatürk'ün ne kadar içtiği değil ama Can Dündar'ın “Mustafa” belgeseli sonrası yaşadıkları da hala hafızalardaki tazeliğini koruyor.
Hafızalarda yer eden bir diğer bilgi de yolsuzluktan 2 yıl 6 ay hapis yatan ve oramirallik rütbesinden er rütbesine indirilen İlhami Erdil'in anlattığı bir hatıraya ait. Erdilin, kendisi için soruşturma izni veren dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün Atatürkçü olmadığını anlatmak için seçtiği yol, “İçmiyorsan, adam değilsin!” anlayışına ve “Mahalle baskısı”na verilebilecek en güzel örnektir sanırım.
Şöyle anlatıyor, Erdil:
“Her Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı'ndan sonra bir kuvvet komutanının evinde toplanıp akşam yemeği yerdik. Yine böyle bir toplantı sonrası Cumhurbaşkanlığı Köşkü içindeki komutanlık evlerinden birinde yemek yiyorduk. Masaya şarap servisi yapıldı. Bir ara galiba Aytaç Paşa, Özkök’e seslenerek, ‘Ooo Hilmi, ne güzel, sen de şarap içiyorsun!’ dedi. O da ‘Evet biz de heyete uyduk, içiyoruz.’ cevabını verdi. O sırada Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu ‘Nereden şarap içiyormuş? Önündeki şarap değil, kola!’ dedi. Masaya bir sessizlik çöktü. Kıvrıkoğlu, hizmet yapan garsona döndü ve ‘Oğlum şuradan şarap getir. Hilmi de doğru dürüst bir içki içsin!’ dedi.”
Benzer bir olay 28 Şubat’ta da yaşanmıştı. Dönemin Başbakan’ı Erbakan’ın Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarına verdiği içkisiz yemekte, içki isteği ‘Alkollü içki yok!’ diye geri çevrilen Erkaya, emir subayına ‘Git, içeriden bir rakı al da getir!’ emrini vermişti. Ardından da yemek sonrasında, Genelkurmay Başkanının “Aferin, çok iyi yaptın!” dediğini açıklamıştı.
İçki tüketimi yüzde 133 arttı
Biz Müslümanlar, içkinin haram ve en büyük günahlardan biri olduğuna inanır, iman ederiz. Ancak böyle inanmayanlara ve “Ben içerim arkadaş!” diyenlere de diyecek hiçbir sözümüz olmaz, olamaz. Bu ülkede herkes istediği gibi inanıp, istediği gibi yaşama hakkına sahip olmalıdır. Ancak halkın tamamına yakınının Müslüman olduğu bir ülkede alkollü içeceklerin su gibi alınıp satılması, ilgili ilgisiz her ortamda reklamının yapılması da bu kadar kolay olmamalı, diye düşünüyorum. Sosyal devletin en büyük görevlerinden biri de vatandaşlarını zararlı alışkanlıklardan korumaktır. Nitekim Anayasa'nın 58. Maddesinde apaçık “…Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.” hükmü yer almaktadır. Her sağanak yağış sonrası “Nerde bu devlet?” diye hükümete yüklenenler, en küçük bir aksilikle yüzyüze geldiğinde hükümetin, sosyal devletin gereklerini yerine getirmediğinden ve gerekli tedbirleri almadığından dem vuranlar, nedense her yıl binlerce insanın hayatını kaybettiği alkol kaynaklı ölümlerin ve trafik kazalarının önlenmesi söz konusu olduğunda sosyal devleti unutup “Nereye gidiyoruz?” diye ağlamaya başlıyorlar.
“İçki, bütün kötülüklerin anasıdır.” diyor Allah Resulü. Dünya Sağlık Örgütü’nün Türkiye dahil 30 ülkede yaptığı araştırma da aynı sonucu ortaya koyuyor. Araştırmaya göre cinayetlerin yüzde 85'i, boşanmaların yüzde 80'i, eşler arası şiddetin yüzde yüzde 70'i, tutuklulukların yüzde 78'i, hırsızlıkların ve mala yönelik suçların yüzde 77'si, tecavüzlerin yüzde 50'si, trafik kazalarının yüzde 70'i, intihara teşebbüslerin yüzde 90'ı ve akıl hastalıklarının yüzde 60'ı alkolden kaynaklanıyor.
TAPDK verileri son 7 yılda içki tüketiminin 1 milyar 396 milyon litre arttığını ortaya koyuyor. 2003 yılında 505 milyon litre olan alkollü içki satışı, 2010 yılında 1 milyar 902 milyon litreye ulaşırken alkol kullanma yaşı da 11’e kadar düşmüş durumda.
Rakamlar böyle derken hala içkiyi bir çağdaşlık göstergesi olarak ele alıp savunanlara ne demeli? Son yıllarda her gün ekranlarda görüp kanıksadığımız şiddet görüntüleri eşliğinde “kadınları koruyamıyor” diye kıyasıya eleştirilen devlet, eşler arası şiddetin en büyük kaynağı olan alkolün satışına düzenleme getirince neden tu kaka oluyor? Boşanmaların yüzde seksenine, tecavüzlerin yarısına tekabül eden bir rakam, -eğer hala yitirmedinizse- sizin vicdanınızda neye karşılık geliyor? Bu nasıl bir muhalefet anlayışıdır ki, toplumu böylesine dinamitleyen bir zehri vatandaşlarına adeta zorla içirmenin yollarını arar?
İnanması zor ama köşesinden “Türkiye'de alkol tüketimi zaten Avrupa'nın onda biri oranında kalıyor, o yüzden böyle tedbirler almanın lüzumu yoktur.” diye yazan aydınlar(!) bile var. CHP milletvekili İzzet Çetin de bunlardan biri. Çetin, “Bu, alkol yasası değil, hak ve özgürlüklere müdahale yasasıdır. Kimin ne yapıp yapmayacağına müdahale yasasıdır. Böyle bir kanuna ihtiyaç yok. Alın kanununuzu başınıza çalın!" demiş. Çetin, kanun taslağının görüşüldüğü komisyon toplantısında da milletvekillerine ayran ikram edilince "Ayranı 'milli içki' diye ikram ediyorsanız ben, rakı istiyorum. Bizim milli içeceğimiz sudur, yoğurda katarsan ayran olur, rakıya koyarsan bayram olur." demiş.
Ne diyelim, halk ve HAK'la irtibatı, “Allahaısmarladık” tan ibaret olan bir anlayışa da ancak böylesi yakışır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.