Bundan sonra, yeni anayasa ve ekonomi
ülkenin gündemindeki kapatma davası sayfası çok şükür büyük bir badireye yol açmadan kapatılmış oldu. Kapatma davası Türkiye'deki siyasi süreci aksatan, herhangi bir siyasal tartışmayı neredeyse imkansız veya münasebetsiz kılan bir rüzgar estirdi. Siyasette “normalleşme” kavramı genellikle abartılı bir söylemdir. çünkü siyaset her zaman ortaya çıkan yeni, “normal-dışı” sürpriz durumlara karşı sergilenen bir akıl ve eylem performansının ta kendisidir. Normalleşmiş ve bütün gelişmeleri rutin çerçevede cereyan eden bir ülkenin idaresi için siyasete ihtiyaç da yoktur. O ülkeyi birkaç teknisyenle idare etmek mümkündür. Yine de kapatma davası siyasetin rutin-dışı alanını da aşan, bu alanı tamamen kuşatmaya ve siyasal eylemi tamamen felç etmeye yönelik bir tehditti.
Karar kapatmayı içermediyse de AK Parti'ye laiklik karşıtı odağı yaftası yapıştırmak suretiyle bu alanı kuşatma niyet ve iradesinden yine de geri çekilmediğini göstermeye devam etti. Ancak bu düzeydeki niyet ve iradenin pratikte ciddi bir etkisi olmayacaktır. çünkü AYM'nin bir zamandır sergilediği tutumlar dolayısıyla AK Parti hakkında yaptırımcı kararlarının dışında bir meşruiyet düzeyine karar verme durumu kalmamıştır. Daha açık bir deyişle bugün artık AYM'nin laiklik ve AK Parti hakkında ne söylediğinden veya onun bu söylediklerinden CHP'li muhalefetin nasıl faydalanacağından ziyade AK Parti'nin AYM ile ilgili nasıl bir karar vereceği daha önemli hale gelmiştir.
Kapatma davasının siyaseti neredeyse askıya almış olan gölgesi dağılırken, siyasetin gündemindeki en önemli konulardan biri yeni anayasa çalışmalarının kaldığı yerden, hatta kaybedilen zamanı da telafi edecek bir süratle ele alınması olacaktır.
Diğer bir konu da, özellikle iktidar açısından ekonomi ve yükselmiş olduğu söylenen milli gelirin toplumsal tabana daha başarılı bir biçimde yayılması olacaktır. Geniş halk kitleleri kapatma davası karşısındaki AK Parti'den kendi ekonomik sorunlarına eğilme ihmali konusunda yüksek bir anlayış sergiledi. Gerçi AK Parti'nin kapatma davası krizini idare etme programının önemli bir boyutu bu krizin ekonomik maliyetinin asgari düzeyde tutulmaya çalışılması oldu. Krizin en iyimser değerlendirmeyle 30 milyar doları bulan maliyeti hissettirilmemeye çalışılarak kapatma davasını takip etmesi beklenen ekonomik krizin önüne geçti. Ama bu krizin öncesinden beri devreden bazı sorunlar vardı.
Büyük iş dünyası için oldukça iyi işleyen, büyük kazançlar üreten ekonomik program özelikle küçük esnaf ve alt gelir grubuna mensup olanlar için aynı ölçüde tatmin edici değil. Ekonomide makro göstergelere ve tabii ki altı sene öncesine bakılarak yapılan karşılaştırmalar durumun karşılaştırılamayacak kadar ileri olduğunu anlatıyor olabilir. Ama bu göstergelerin sosyolojik karşılığı çok farklı olabiliyor..
Başbakanın seçim kampanyalarında dediği gibi beş sene öncesine nazaran durumu daha iyi olmayan yoktur. Ama unutmamak gerekir ki, hem kimse durumunu beş sene öncesiyle kıyaslamaz, hem de artık ülke beş sene öncesinin ülkesi değil. Yaşam tarzları ve tüketim kalıpları değişmiş, insanların beklentileri de buna uygun olarak artmıştır.
Esnaf piyasalarında büyük bir durgunluk var. Memur ve işçilerin artmış olan gelirleri esnafa yansımadığı gibi kendi şikayetlerini de dindirmiyor. çünkü memur ve işçiler artan gelirlerinin önemli bir kısmını uzun vadeli taşıt ve konut taksitlerine bağladıklarından belki de eskisinden bile daha az tüketmeye yönelmiş durumdalar. Eski gelir seviyesiyle ev ve arabanın hayalini bile kuramadığı için kazandığı bütün parayı harcıyorlardı. Şimdi ise artan gelirleriyle ve tabii ki enflasyonist politikaların sonu ve sunulan ucuz ve taksitli konut seçenekleri karşısında bu hayale koşmayı göze alabiliyorlar. Ancak bunu biraz da eski tüketim alışkanlıklarından da bir miktar tasarruf etme pahasına yapabiliyorlar. Bu da, gelir düzeyi artışının konut, otomotiv ve yan sektörlerinden başka hiçbir sektöre yaramamasını getiriyor. Kısacası, rakamsal olarak inkar edilemeyecek olan iyileşme bir kısır döngüye takılmış bulunuyor. Bunu aşmanın yolu ekonominin rutinini arada bir kıran ve durgun piyasaları hareketlendirecek nakit arzından geçiyor.
1987-95 yılları arasında yapılmış ve alacaklarını unutmuş oldukları KEY kesintilerini hükümetin durduk yerde hatırlamasının ve tozlu raflardan indirmesinin bir sebebi de bu mudur bilmiyorum, ama bu tarz ödemelerin çok işlevsel bir etkisi vardır. Gelirlerini uzun vadeli taksitlerle bir şekilde bağlamış kesime hiç hesapta olmayan bu tarz ödemeler aslında dolaylı olarak piyasaya verilmiş oluyor.
Aslında bu bilinmeyen bir tedbir değil. ABD'de yıllardır ekonomik durgunluğu aşmak üzere bu tür yollar denenir. 2004 yılında, örneğin, çalışanlara bir önceki yılın vergilerinin bir kısmı yanlış hatırlamıyorsam “yanlış hesaplanmış!” gibi bir bahaneyle iade edildi. Bu yolla durgun piyasalar hareketlendirildi.
Görünüşte hazineden bir miktar para çıkmasına yol açıyor bu tedbirler ama canlanan piyasanın aynı zamanda artan vergi geliri olduğunu da unutmamak gerekiyor. Hatta bir hesaba göre verilen paradan daha fazlası vergi olarak geliyor.
Hükümetin KEY ödemelerindeki modeli başka vesileler yaratarak, ama kesinlikle bir rutine bağlamadan, düzenli bir gelir algısı yaratmadan, sıkça denemesinde fayda var. Bunun sonuçta maliyeye bir maliyeti yok. Nasılsa dışarıya bir şey çıktığı yok.