Taksim’de Kızılca Kıyamet Neden Koptu?
AK Parti üç dönemdir iktidarda. Erdoğan bu tabloyu resmederken çıraklık, kalfalık ve ustalık olarak yorumluyor. Bundan sonraki dönemleri nasıl tarif edecekler bilemiyorum; artık 5 yıldızlı, 7 yıldızlı filan mı derler?..
Neyse gerçekten de ustalık döneminde bu isme yakışır işler yapılıyor. Ama biz önce çıraklık ve kalfalık dönemlerine bir göz atalım. Erdoğan aslında çıraklık derken kendisine haksızlık ediyor. Zira o günlerde de çırak değildi, ne var ki Cumhuriyetin 80 yılının molozlarını temizlemek lazımdı ki onun yerine yeni bir bina dikilebilsin. Siz moloz temizlemeyi kolay mı sanırsınız.
Hele cumhuriyet döneminin yüz karası bir 28 Şubat ve onun yoğun basım ünitesinde kuvözde kurulan ve suni teneffüsle yaşatılan Anasol D hükümetinin içler acısı durumunu müteakiben halkın “Artık yeter” diyerek iktidara el koyduğu ve AK Parti’nin dümene geçtiği günlere çıraklık demek de haksızlık olur. AK Parti’nin ilk dönemi bir han-ı yağma sofrasından keneleri temizlemekle geçti. Onları 80 yıldır yapıştıkları ve adeta kanlarımızı emdikleri yerden çıkarmak hayal üstü bir şeydi. Sülük bile kana doyduktan sonra insanı bırakırdı da bu keneler doyduklarını bilemezlerdi.
O yüzden yapıştıkları yeri bırakmamak için var güçleri ile direndiler. Hatta halkın oyları ile iktidara gelen partiye kapatma davası bile açtırdılar. Çünkü hukuk da onları koruyan mekanizmanın bir parçası idi. AK Parti hükümeti sonunda halkın iktidarını sigaya çeken, adeta cezalandıran vesayetçileri Silivri’ye doldurmayı başardı. Bu sonuç inanılması güç bir sonuçtu. Silahlı koruyucularını kaybeden seçkinler ve mutlu azınlık zaman zaman el altından işbirliği yaptıkları PKK’nın da barış süreci ile devre dışı kalması karşısında şaşırdılar.
Türkiye’yi 80 yıldır sömüren Batılı ülkeler ve onların Türkiye’deki uzantısı mutlu azınlık ellerindeki kaleleri bir bir halkın iktidarına kaptırmanın şaşkınlığını üzerlerinden atıp Taksim Gezi Parkı’ndaki 5-10 ağacı bahane ederek ellerindeki medyanın efsunkar tesirini de kullanarak yeni bir saldırı başlatacaklardı. İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’da geniş çaplı olmak üzere bir çok ilde de “Hâlâ mevzilerimizi koruyoruz” mesajı verecek eylemler sahnelediler. AK Parti iktidarının yaptıklarını tek tek sayalım mı, bu sütunlar tahminim onları anlatmaya yetmez. İlk başta sağlık sektöründe yaşadıklarımız devrim çapında bir hizmettir. Bu iktidar döneminde insan olduğumuzu, vatandaş olduğumuzu anladık. 18 yaşına kadar tüm çocuk ve gençlerimizin sigortalı olduğu ve kimsenin hastanelerde rehin kalmadığı, sağlık hizmetlerinden tüm yurttaşların eşit şekilde yararlandığı bir dönem cumhuriyet tarihinde hiç olmamıştır.
Üniversite sayısının 80 yılın mevcudunu ikiye katlaması, okullardaki derslik sayısının 185.000 artırılması, 15.000 kilometre uçak pisti gibi duble yollar, bugüne kadar sadece tuzu kurulara hitabeden hava yollarının tüm halkımızın hizmetine açılması, yüzlerce yeni baraj, yılda 3-4 tarihi eseri onaramayan vakıfların 4000’in üzerinde tarihi eseri ve camiyi onarması, vakıf eserleri talanına son verilmesi, bugüne kadar unutulmuş şahısların kullanımındaki sahipsiz 26.000 mülkün tekrar vakıflar idaresine devredilerek gelirlerin rekor düzeyde artırılması, her gün 200.000 kişiye sıcak yemek ve erzak dağıtılması, tüm camilerimizin onarıma alınması, bedensel engellilere, dullara, yetimlere, kocası askerde olan ihtiyaç sahibi kadınlarımıza maaş bağlanması, sosyal yardımların adaletli bir şekilde dağıtılması ve atık her evin bacasının tütmesi, ez cümle kimsesizlerin kimi bir başbakan ve onun kılavuz kaptanlığında muasır medeniyetler hedefine giden bir gemi.
Bir zamanlar “Kara tren gecikir belki hiç gelmez” türkülerinin yankılandığı ovalarımızda artık “Hızlı tren şaşırmaz, birazdan gelir” sedaları kulaklarımızı dolduruyor. Avrupa’nın en büyük havalimanı İstanbul’a yapılırken, nerede ise uçak seferleri yapılmayan ilimizin kalmaması, 30 yıldır kaderine terkedilen Bolu Tüneli’nin bitirilmesi, İstanbul’a metro, Marmaray, Avrasya tüp geçidinin yapılması, artık ihtiyaç haline gelen 3. köprünün temelinin atılması, Kanal İstanbul projesinin ufukta belirmesi, İstanbul’un yüz karası Haliç’in temizlenmesi, Türkiye çapında 2 milyar 800 milyon ağaç dikilmesi, bizim enerji açığımızı en aza indirip küresel sermaye ile rekabet şansımızı artıracak nükleer santral ihalesinin yapılması ve artık tesislerin birer birer değil, otomatiğe bağlanıp 100’er, 150’şer toplu açılışlarının yapılması, İmam Hatiplerin orta kısımlarının açılarak yıllardır süren bir haksızlığın giderilmesi, üniversitelerimizden bir cüzzamlı gibi içeri alınmayıp kapıdan çevrilen başörtülülerin yeniden başlarındaki taçları ile okullarına gidebilmelerinin önünün açılması, okul öğrencilerinin ders kitaplarının ücretsiz dağıtılması, üniversitelerden harçların kaldırılması, TOKİ ve Kiptaş ile devrim niteliğinde bir mesken üretimi yapılarak her gelir grubundaki insanı ev sahibi yapma gayreti cehdi ve deprem riski altındaki İstanbul başta olmak üzere tüm yurtta başlatılan acil kentsel dönüşüm seferberliği.
En son Van’da yaşadığımız depremin ardından 27.000 depreme dayanıklı konutun bir yıl gibi bir sürede yapılıp 20 yıl vade ile hak sahiplerine verilmesi. Hayvancılık sektöründe, tarımda aklı hayali zorlayan teşvikler. Savaş sanayimizi uçuşa geçirecek eylemler. Milli tank projesi (ALTAY), insansız hava aracı (ANKA) ve ilk savaş helikopterimiz (ATAK) deneme uçuşlarına başlıyor. Şimdi geliyoruz işin can alıcı noktasına. Bu Kasımpaşalı bütün bu işleri yaparken parayı nereden buluyor? Rivayetler muhtelif, kimilerine göre gökten para yağıyormuş ve o da bu işlere harcıyormuş.
Tabii bu bizim şakamız. Erdoğan, daha işin başında bu memleket gelirinin herkese yeteceğini, yeter ki deliklerin tıkanıp paranın birileri tarafından buharlaştırılmasının önüne geçilmesi olduğunu biliyordu. Bu da bir gecede milyar dolarlarına milyar dolar katan faiz lobisinin çanına ot tıkanması ve sistemin yeniden onları saf dışı bırakacak şekilde dizayn edilmesi demekti. Bugün Erdoğan faiz lobisinin hortumlarını kesmemiş olsaydı yılda 90 milyar dolar faiz ödüyor olacaktık. Erdoğan’ın hizmet için kullandığı kaynak, dışarıya gitmesini önlediği bu faiz parasıdır. Tabii olarak onlar da ona düşman olacaklardı. Baksanıza ABD Büyükelçisi ve Almanya Başbakanı Merkel birden Taksim’deki 3-5 ağacın hamisi kesiliverdi. İşte kızılca kıyamet burada koptu. Bunun benzerleri daha önce de yaşanmıştı. Adnan Menderes ve Necmeddin Erbakan da bu keneleri temizlemek istedikleri için cezalandırıldılar.
Ama köprünün altından çok sular akmış ve Recep Tayyip Erdoğan yaşananlardan pek çok ders çıkarmıştı. Bu gerçeğe rağmen belki de başka çareleri olmadığı için ani bir Taksim harekatı ile saldırıya geçtiler. Daha eylemin birinci günü Türkiye gazetesi güzel bir yerinden yakalayıp, bunların maskelerini indiriverdi. Taksim’de birkaç ağaç için koparılan kıyametin planlayıcısı, Türkiye’yi sömüren faiz zengini küresel sermayenin sahibi ülkelerdi.
Oralarda da aynı yerden düğmeye basıldığı aşikare belli olan bir plan tıkır tıkır yürütülmeye başlamıştı. Genel Yayın Müdürü Nuh Albayrak da bu hain birlikteliği ilk gün yakalayarak Türkiye’ye duyurdu, kendisini alkışlıyoruz. Ve sonraki gelişmeler de onu doğruluyordu. İşin sonunda Taksim Gezi Parkı Platformu, Başbakan Vekili Bülent Arınç’a çıkıp isteklerini sıralayınca Vehbi’nin kerrakesi anlaşılıvermişti. 3. köprü, İstanbul’a havaalanı, Kanal İstanbul ve nükleer santral yapımından vazgeçilmeliydi. Tuhaf, casusluğun ve hainliğin şekli değişmiş ve adı çevrecilik olmuştu. Bence Erdoğan, devrim çapında yaptığı ustalık eserlerini terazinin bir kefesine koysa, diğer yanına da bu küresel ahtapotun “Yapmayın şunları” dediklerini koysa, bu gerçeğin ortaya çıkması ve yerli işbirlikçilerinin açıkça deşifre olması diğer hizmetlerden ağır basan bir ustalık devri eseridir.
Ey küresel faiz çetecileri ve uzantıları; unutmayınız, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!