Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve Demirtaş’a her an suikast olabilir!
“Bayram değil, seyran değil” bu komplo teorisi nereden çıktı diyeceksiniz. El-hak doğrudur, dünyaya nizamat veren ülkelerin bayramı değil bugün. Onlar ne zaman bayram ederler? Dünyadaki az gelişmiş ya da hiç gelişmemiş ülkeleri kendi aralarında paylaşıp, kolonyal sistemlerine kattıklarında bayram ederler. Onların tabii kaynaklarını “öldüm fiyatına” kapatıp, sömürdükleri, halkını bir tüketim toplumu olarak kullandıkları, yani üretmeden tükettikleri ve habire kendilerine borçlandırdıkları zaman; ezcümle o ülkelerin etinden, sütünden, derisinden sonuna kadar faydalandıkları zaman o ülkeleri çok severler. Onlar ne zaman “Borç batağında boğuluyoruz” dese hemen sahte kurtarıcı mekanizmalar hazırdır. IMF’si, uluslararası finans kurumları birden devreye girip, o ülkelere reçete sunarlar. Hattâ Kemal Derviş gibi büyük ekonomistler bile gönderirler. O da bir doktor edasıyla konuşur “Bu acı veren çeteyi uygulamak zorundasınız. Bunun adı ‘tatlı tatlı yemenin, acı acı çıkarma’ reçetesidir. Borç yerken düşünseydiniz!
Aslında onlar bu durumdan ziyadesiyle memnundurlar. Hesabını, kitabını iyi yapan, gelir gider dengesini kuran ve IMF’yi kapıdışarı eden iktidarlar namlunun ucundadır. Onları da vaktiyle ülkelerinde ağırladıkları, besleyip büyüttükleri o ülkelerin milli orduları eliyle terbiye ederler ki, bunun adına da siyaset dilinde “darbe” deniliyor. O darbelerin öncesinde de kendilerine uşaklık yapan medya eliyle gerekli zemin oluşturulur.
Bu siyasi iktidarlar halkı soyup soğana çevirmiştir, o halde bir kurtarıcı lazımdır. Tabii bu da halkı dış düşmanlardan korumakla görevli “gözbebeğimiz” ordudur. Yani halk aslında koynunda yılan beslemiştir de farkında değildir. O ordu, o bizim çocuklarımız, aslında ABD’nin de “bizim çocuklar” dediği, yani ruhen onlara teşne bir güruhtur.
Türkiye’de yaşadığımız her darbe bu tespitlerimizi doğrular niteliktedir. 27 Mayıs 1960’da ABD’nin sömürüsüne “dur” dediği için Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşları o ordu tarafından zelil bir şekilde indirilerek asılmıştır. 12 Mart 1970’te yine bu ordu darbe yaparak sırf ABD istedi diye bu ülkede en önemli geçim kaynaklarımızdan afyon ekimini yasaklatmıştır. Hakeza 12 Eylül 1980’de Kenan Evren ve saz arkadaşları darbe yaparak, ABD’nin emri ile Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne şartsız-şurtsuz evet demişlerdir. 28 Şubat döneminde de yine Erbakan hükümetinin havuz sistemi ve D-8’ler olayı ile ABD’nin sömürü çarklarına bir taş gibi girip sistemi felç etmesi üzerine yine askerler tarafından “demokrasiye balans ayarı” hikâyesi ile iktidar alaşağı edilmiştir. “Demokrasi” kelimesi ABD ve batının en sevdiği kelimedir. Zira bu efsunlu kelimenin arkasına sığınarak Afganistan’ı işgal etmişler, Irak’ta 1 milyon cana kıymışlar, yüz binlerce kadına tecavüz etmişlerdir. Sonunda geçmişten ders alan ülkeler de ABD ve Batıya karşı yeni taktikler geliştirmişler ve mesela Türkiye’de “fincancı katırlarını ürkütmeden” yola çıkan bir Kasımpaşalı dümene geçmiş, fırtınalı denizlerde uzunca bir yolculuktan sonra gemiyi sakin sulara ulaştırmıştır. İsrail’e “One minute ‘IMF’ye “Canın cehenneme” sadası, bu sömürgecilerin bağrına hançer gibi saplanacak ve düğmeye basılacaktır. Taksim Gezi olaylarındaki organizasyonları doğrusu mükemmeldir. Hani Anadolu’daki “sade yağından kıl çeker gibi” tabiri vardır ya, işte öyle!
Ama hesap edemedikleri arkasında sadece Türkiye’den değil, dünyadan tüm mazlum ve mağdurların dualarıyla gücünü oradan alan bir Erdoğan vardır karşılarında. O bütün baraj kapaklarını patlatacak ve sel olup yürüyecektir. Tüm gâvurlukların üstüne! Ki, batılılar sonunda uyanacak ve onu indirmek için türlü fesat planlarını yürürlüğe sokacaklardır.
Erdoğan, Türkiye’yi ayağa kaldırırken, ilahi bir lütfa mazhar olacak ve Kuzey Afrika’da başlayan Arap Baharı ile Batı güdümündeki kaleler bir bir yıkılarak Türkiye’ye dost ve müttefik yönetimler işbaşına gelecektir. Burada iki fiili durumun ortaya çıktığını görüyoruz. Birincisi İsrail kuzeyden Türkiye, güneyden de Mısır ile kuşatılmış oluyor. Gazze’ye Refah sınır kapısının açılması ile Filistin rahat bir nefes alıyordu ve ikinci olayda Arap Baharı’nın kendi ülkelerine sıçramasından korkan Ortadoğu’daki petrol zengini, batı güdümlü emirliklerin rahatsızlıkları idi. Kuzey Afrika’daki sömürü çarkının bozulduğunu gören ABD ve Batı bu iki endişeyi de kullanarak Arap Baharı’nın filizlendiği ülkelere çengel atmakta gecikmedi. Mısır’da her zamanki gibi ordu kullanıldı. Bardak-çanak imalatına varıncaya kadar Mısır’ın ticaretine hakim savaşmanın dışında her şeyle ilgilenen Mısır ordusu, Mursi’yi iktidardan indirmekte hiç de zorlanmadı. Tıpkı bizdeki Gezi Parkı canavarları gibi orada da Baltacı denilen gözü dönmüş eşkıya grupları da hizmete hazırdılar. Baktılar halk, Rabiatül Adeviyye Meydanı ve İskenderiye başta olmak üzere tüm meydanlarda destanlık bir direniş sergiliyor. O zaman bu cinayet şebekeleri devreye sokularak halka ölüm yağdırılacak, 200 şehit ve 5000 yaralı ile ilk perde kapanacaktı. Orada mücadele sürerken dönüyoruz Tunus’a.
Raşit El Gannuşi’nin En Nahda partisi koalisyon ortağı ile iktidardadır. Burada da ortalığı karıştırmak için başka bir plan devreye sokulur. Sol muhalif lider Şükrü Beleyid bir suikastla öldürülür. Tabii suçlu olarak Mısır Müslüman Kardeşlerinin Tunus kolu olan En Nahda gösterilecektir. Bu yetmez ikinci bir cinayet daha işlenir, hem de aynı silahla. Halk Cephesi koalisyonu liderlerinden Muhammed Brahmi de bu kirli planda öldürülen ikinci liderdir. Bu cinayetler bir zamanların Türkiyesindeki Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Abdi İpekçi, Çetin Emeç cinayetlerini hatırlatmıyor mu?
O cinayetler sayesinde Türkiye’de az can yakılmamıştır! Bugün de Arap Baharı’nın bir sel gibi geldiğini gören ve suların çekilmesini bekleyen ABD ve Batı bugün kaybettiği mevzileri yeniden kazanma gayretindedir. Türkiye’de bu mevzi kazanma alanına giren ülkeler arasındadır. Bugün için Taksim Gezi Parkı’nda güya üç-beş ağaç için başlayan masum(!) gösteriler ABD ve Batılı istihbarat örgütleri tarafından ustaca planlanmış, fakat Recep Tayyip Erdoğan duvarına toslamıştır. Bugün Ağustos ayına girerken yeni planların devreye sokulacağı ve Gezi’de yıkamadıkları Erdoğan Hükümeti’ni yıkmak için yeni bir hamle yapacaklarını biliyoruz. Benim endişem, burada kesin sonuç almak için çok büyük bir kaos ortamı tasarlamalarıdır. Bunun için de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve MHP lideri Devlet Bahçeli’ye bir suikast yapılması ihtimalidir. Bence hükümet acilen tedbir almalı ve Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve Demirtaş’a en üst seviyede koruma sağlanmalıdır.
Yarın çok geç olabilir!