TSK’daki kriptolar
Dün Ankara Adliyesi tarihi günlerden birisini daha yaşadı.
28 Şubat aktörlerinin bir kısmı yargı önüne çıkartıldı. Milletin parasıyla alınan silahların namlusunu düşmana değil, millete doğrultanlar, milli iradeye müdahale edip küresel yağmalamaya davetiye çıkartanlar yargı önünde hesap vermeye başladı.
Peki 28 Şubat’ta muhafazakar kesimlere kan kusturup, dindarları hedef tahtasına oturtan, seçilmiş hükümeti devirip yerine azınlık hükümeti kurdurduktan sonra ülke kaynaklarını talan edenler sadece şu an yargılananlarla mı sınırlı?
Destek veren iş adamı, siyasetçisi, bürokrat ve gazetecilerden hesap sorulmayacak mı?
Yazı İşleri Müdürümüz Ali Karahasanoğlu Ağabey dün bu meselenin bam teline basan bir yazı kaleme aldı.
Ali Ağabey hukukçu kimliğiyle haklı olarak soruyor. Hükümet ortağı DYP’yi
parçalayanların, milletvekili pazarı kurdurup “Bedeli ne kadarsa getirin karşılayacağım” diyen malum sermayedarların, 6 milyonun üzerinde oy almış Türkiye’nin en büyük partisini kapatanların, “Beşli Çete” olarak anılan STK’ların, “Topyekun Savaş” manşetlerini atanların durumları ne olacak?
Parçalanan ailelerin, başı zorla açıldığından ötürü “Kendimi çıplak hissettim, psikolojim bozuldu” diye tedavi görenlerin, ülkelerini terk etmek zorunda kalanların, katsayı zulmünden dolayı hayatı kararanların mağduriyeti nasıl giderilecek, hesabı nasıl sorulacak?
Bana öyle geliyor ki 28 Şubat’ın verdiği bu büyük hasarı belki yüz, belki de bin yıl dahi tamir edemeyeceğiz.
Onun için 28 Şubat kalıntısı medyanın geçiştirmesine, sulandırmasına fırsat tanımadan bu meselenin üzerine ciddiyetle daha fazla gidilmesi gerekiyor. Meselenin doğru analizini yapmak için şu sıralar hem emekli hem de muvazzaflardan o döneme tanıklık eden çok kritik görevlerde bulunmuş TSK mensuplarıyla görüşüyoruz.
Mesela bir generalimiz 28 Şubat sürecindeki TSK’nın rolünü şöyle özetliyor: “28 Şubat sürecinde bizi kullandılar”…
Kimler kullandı sorumuza da şu kısa ve öz cevabı veriyor: “Sermaye, medya, STK ve bir takım siyasiler. 28 Şubat yargılamasında gerçek adalet sağlanacaksa o aktörlerin de, azmettiricilerin de yargılanması gerekir.”
Zalim sürecin 96-97’de değil 92-93’lü yıllarda başladığına dikkat çeken Komutan, TSK içerisindeki yapılanmayı şöyle anlatıyor:
“Türk Ordusu’nu ayakta tutan dini ve milli dinamiklerdir. Ancak İttihat ve Terakki’den bu tarafa sistematik biçimde özel olarak yetiştirilen ve TSK içerisine sızdırılıp çok kritik konumlara yükseltilen kriptolar var. İşte 28 Şubat’ta yabancılar tarafından yetiştirilen o kriptolar rol aldı. TSK’nın tepe yöneticilerini de yönlendirdiler. TSK’nın bütünü demek yanlış olur. BÇG’yi kuruyorlar. Cuntacılar üzerlerindeki sorumluluğu dağıtmak amacıyla Genelkurmay’a bağlı bütün daire, şube başkanlıkları ile müdürlüklerden birer BÇG temsilcisi talep ediyorlar. Söz konusu birimler ‘tepeden’ gelen bu isteğe uymak zorunda kalıyorlar. Bu temsilcilerden birçoğu BÇG içerisinde sembolik olarak bulunuyor. 24-25 kişiden oluşan özel seçilmiş çekirdek kadro ise yurt genelinde bütün devlet memur ve idarecilerinin fişlenmesinde görev alıyor. Takip Kontrol (TK) adı altında daha harp akademisindeki öğrencilerden başlayarak muhafazakar öğrenciler ile subaylar ve astsubaylar fişlenerek ordudan uzaklaştırılıyor. Hatta o kadar ileri gidiliyor ki; bırakınız dindarı bir kereliğine dahi olsa dindarla yan yana gelenler dahi fişlenip ordudan atılıyor. Allah diyene tahammül edilemiyor. Kara Harp Okulu içerisindeki küçük mütevazi caminin girişine gizli kamera takılıyor. Bu şekilde namaz kılan öğrenciler tespit edildikten sonra disiplin notları düşürülerek yüksek disiplin kuruluna sevk ediliyor ve orada okuldan uzaklaştırılma cezası veriliyor. Bütün bunlar o dönemlerde maalesef yaşandı.”
Paşa, insanı dehşete düşüren söz konusu durumun önlenemeyişini ise şöyle anlatıyor:
“Öyle bir rüzgar estiriyorlardı ki; Emniyet İstihbarat Daire Başkanı cuntayla ilgili istihbarat raporlarını Başbakan Erbakan’a iletiyor. Erbakan Hoca Demirel’e, Demirel de götürüp Karadayı’ya veriyor. Cunta yerine, Orakoğlu cezalandırılıyor, demir parmaklıklar ardına konuluyor.”
Evet o günler geride kaldı.
Kolay değil. İlk kanlı darbenin (1913 Bab-ı Âli Baskını) üzerinden tam yüz yıl geçmiş.
Darbecilere ilk kez Erdoğan döneminde hesap sorulabiliyor. Devlet ile milletin bütünleşip kaynaşması da bu dönemde gerçekleşiyor.
Kendisi de bir 28 Şubat mağduru olan Başbakan Erdoğan’ın attığı cesur ve kararlı adımlarla mağduriyetler tek tek gideriliyor.
Bu gidişle en kısa sürede mağdur memurların tümü görevlerine dönmüş, ayağına prangalar takılan İmam Hatipler o eski ihtişamlı günlerine kavuşmuş olacak. Böylece inşallah Türkiye hak ettiği o günleri de görmüş olacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.