Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam
Sinema ve tiyatro sanatçısı Tuncel Kurtiz son yolculuğuna uğurlanmaya hazırlanırken aynı trene 3 yolcu daha yer ayırttı. Çılgın Türkler’in yazarı Turgut Özakman, Star gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert’in muhterem valideleri Havva Cömert ve Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in muhterem validesi Azize Baydemir sonsuzluk treninin yeni yolcuları idi. Her yolcu kendi hikâyesi ile yoluna devam ediyor.
Yılmaz Güney’in kadim dostu Tuncel Kurtiz ardından da en çok rüzgâr estirenlerden. Yandaş medyada bile Kurtiz’e salya-sümük ağlayanları görünce doğrusu şaşırıyorum. Ülke TV, Bugün TV, TGRT nasıl ağlıyor görseniz gerçekten Ebussuud Efendi’nin Hakk’ın rahmetine kavuştuğunu sanırsınız. Oysa Ebussuud Efendi rolünü oynayan Tuncel Kurtiz ölmüş ve yaşadığı gibi inanarak ölmüş hazret.
Kurtiz, son yolculuğunda da 2 şişe şarap istemiş bir söyleşisinde. Öldüğünde de vasiyetine bakılmış ki komşu bir Alevi köyüne defnedilmesini istiyor. Ailesi çalmış o köyün kapısını. Kazdağları’nın yamaçlarındaki bu Alevi köyünün muhtarı toplamış İhtiyar Heyetini ve bu dileği onlara sunmuş.
Temelinde; “Gelin canlar bir olalım” diyerek insan sevgisini yücelten Alevilik düşüncesinin temsilcileri aslında kendileri gibi yaşayan bir Sünni Müslümanın köylerine defnine bile razı olmamışlar. Bağnazlığın son halkası! Aynı durum bir Sünni köyün mezarlığına bir Alevinin defnine itiraz edilse yer yerinden oynardı. Oysa köyün İhtiyarlar Heyetine ne Alevi vakıf ve derneklerinden, kanaat önderlerinden tık yok... Bir de ölünün ardından ağlayanlar var ki o da ayrı fasıl. Tarık Akan, Fikret Hakan hüngür hüngür ağlamışlar. Böyle durumlarda ben hep merak ederim, ölüye mi ağlıyorlar, yoksa sıranın kendilerine geldiğine mi?
Bir de desteksiz atanlar çıkar böyle günlerde. Akıllarınca efsanevi bir hikâye yazacaklar. Uzatılan mikrofona bir sanatçı dostu konuşuyor:
- Kurtiz’in en büyük dileği Nazım Hikmet’in Şey Bedrettin oyununu 10.000 kişi ile oynamaktı. Ama ben eminim şimdi o öbür tarafta kesin bu oyunu istediği kadro ile bir yerlerde sahneye koyuyordur!
Adam öbür dünyayı babasının çiftliği sanıyor. Can Yücel de öyle sandığı için dostları her ölüm yıldönümünde Datça’da mezarını şarapla suluyorlar, ne hazin!
Ahirete inanmadıklarını söyleyenler bile korku içindeler, ya varsa?
Bir başka tiyatrocu cenazesinde Bülent Kayabaş endişe ve korku içinde hayıflanıyordu:
- Öbür tarafta sayımız artıyor, bu beni ürkütüyor!..
Şimdi Tuncel Kurtiz, Turgut Özakman’a günlerce methiyeler düzülecek, ağlayanlar, sızlayanlar, gözyaşı dökenler olacak. Hele bir de adamlığın ne demek olduğunu bilmeden bir feylesof edasıyla:
“O adam gibi adamdı” diyecekler var ya, ben en çok bu tipleri seyretmeyi severim. Adam, “Altının kıymetini sarraf bilir!” edasıyla cami avlusunda konuşacak mikrofon arar. Bir diğer tuhaflık da camideki cemaat cenaze namazı kılarken musalladaki mevtanın dostları, kenarda pipo tüttürüp havadan sudan konuşurlar. Hatta kendi evlatları bile babalarının cenaze namazında yoktur, kenarda hayırlı evlat olarak taziyeleri kabul etmektedir. Sonra da kendisini hiç tanımayan cami cemaati imamın “mevtayı nasıl bilirdiniz?” sorusuna göz göre göre yalan cevap verirler “iyi bilirdik!”
Aynı yalan 3 kere de tekrarlanır. Bütün tv kanallarında ve gazetelerde adamın büyüklüğü üzerine nutuklar atılır. Oysa bir mevtanın buradan kaç kişi ile, nasıl alkışlarla uğurlandığı değil, öbür tarafta nasıl karşılandığı önemlidir. İşte bunun için Üstad Necip Fazıl, “Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam, alıp beni götürsün, tam 4 inanmış adam” demiştir.
Tam dört inanmış adam!
Böyle olsun son yolculuğumuz!