Kur’ân’ın Özeti: Fâtiha Sûresi
“Aşır Aşır Kur’ân” dersimiz devam ediyor elhamdülillah. Müfessirlerimizin Fatiha sûresi hakkında yaptıkları bazı yorumlar var ki, herkesi bunlardan haberdâr etmeliyiz. İşte bunlardan bir kısmı:
“Bu sûre ilâhî kitabın bütün amaçlarını; getirdiği mânâ, bilgi ve hükümleri özet halinde ihtiva eder. Kur’ân’ın gönderiliş amacı insanların dünya hayatını düzene koymak, ilâhî irade, rıza ve düzene uygun bir dünya hayatından sonra ebedî saadeti sağlamaktır. Bu sûre aslında, Allah’ın kendi kitabını okumak isteyenlere öğrettiği bir duadır. Okuyucuya şu dersi öğretmek için Kitab’ın başına yerleştirilmiştir: ‘Eğer samimi olarak Kur’an’dan yararlanmak istiyorsan, Âlemlerin Rabbine bu şekilde dua etmelisin.’ Bu önsöz, okuyucunun kalbinde Âlemlerin Rabbinden hidayet dileme konusunda kuvvetli bir istek uyandırmayı amaçlar. Fatiha, kulun duası, Kur’ân ise, Mâbud’un kuluna verdiği cevaptır.” (Mevdûdî)
“Fâtiha bir teşekkür (cümlesi) ile başlıyor ve bizi gizli, ilahî bir ilişki ile başlangıçta kâinatın içinde varlık sahasına atıyor ve o sırada Rahmân ve Rahîm bir daha tecelli ediyor ve gerçekleri tebliğ etmekle bir iki ıslah döneminden sonra ilahî bir mükellefiyetin gereğini sezecek kadar idrakimizi terbiye ederek ve konuşmayı öğretmek sureti ile iyilikte bulunarak Allah’ı ve kendimizi tanımak için bizi yoktan var ediyor ve işte o zaman Allah’ın birliğine “Yalnız sana ibadet ediyoruz ve sadece senden yardım diliyoruz” diye bir bey’at anlaşması yaptırmak üzere bize konuşma hakkı veriyor. Ve biz de bütün sosyal vicdanımızla konuşarak söze başlayıp bu anlaşmayı yapıyor ve o bağlantı ilişkisini böyle ezelî bir rahmet ile zevalsiz bir sosyal ve hukukî sözleşmeyi yapıyoruz ve o vakit bizim de “neste’în” (yardım diliyoruz) derken Biz’de bir irademizin, bir şeyi istemeye hak ve yetkimizin olduğunu anlıyoruz ve derhal “ihdinâ…” duası ile Allah’ın huzurunda yer alarak sonuna kadar söylüyoruz. (Elmalılı H.Yazır)
“Allah kullarına nasıl hamdedeceklerini öğretir: “Hamd, ancak Allah’a mahsustur.” Cenâb-ı Hak, bu makama dikkat çekince, birinciden daha yüce ve üstün diğer bir makama da dikkatlerimizi çekip ve sanki şöyle buyurur: ‘Kendisine hamdetmekle meşgul olduğun O ilâhın, sadece senin ilâhın olduğuna itikat etmen doğru olmaz. Aksine o, bütün âlemlerin ilâhıdır… Bütün mahlûkatın işlerini düzene koyan, yerlerin ve göklerin ilâhı, âlemlerin de Rabbi O’dur.’ Bu mana ortaya çıkınca, bu koca âlemi, Arşı, Kürsî’yi, gökleri, yıldızları yaratmaya güç yetiren varlığın, bu sayılan şeyleri yok etmeye de Kadir olduğu ve onlara muhtaç olmadığı ortaya çıkar. Bu güç yetiren, helak eden ve başkasına muhtaç olmayan varlığa, son derece saygı ve tazim gösterilmesi gerekir. Bu durumda kul şöyle düşünür: ‘Son derece zelil ve kıymetsiz olduğuma göre, bu yüce varlığa yaklaşmam ve her hangi bir yolla O’na ulaşmam nasıl mümkün olur?’ İşte bu durumda, bu derde uygun ilâcın yerini tutacak şeyi Allah Teâlâ, ona hatırlatarak, sanki şöyle der: “Ey zayıf kulum, Ben, kudreti, heybeti ve ulûhiyeti büyük olan bir zat olduğum gibi, aynı zamanda rahmeti büyük Rahmân ve Rahîm; Din gününün yegâne sahibi Allah’ım. Bu dünyada yaşadığın müddetçe seni, rahmetimin kısımlarından ve nimetlerimin her çeşidinden mahrum bırakmam. Öldüğünde de din gününün sahibi benim, hiç bir amelini karşılıksız bırakmam. Eğer hayır yapmışsan, tek bir hayrına sonsuz hayırlarla karşılık veririm. Eğer günah işlemiş isen, günahını bağışlamak, lütufta bulunmak ve onu örtmekle karşılık veririm.” (Fahruddin Râzî)
“Ey insanlar! Ey akıl sahipleri! Siz sadece iyiliğe, kayıtsız, şartsız olgunluğa saygı gösterenlerden iseniz ben Allah’ım, her olgunluk benimdir ve eğer kudret ve iyilik etmeye saygı gösterenlerden iseniz ben Âlemlerin Rabbiyim ve eğer geleceğe tama’ ederek saygı gösterenlerden iseniz ben Rahmân-ı Rahîm’im ve eğer korku ve ürkme ile saygı gösterenlerden iseniz ben Din gününün sahibiyim. Bundan dolayı saygının bütün sebeplerini zatında toplayan ve kendisine ibadet edilen tek ilâhım.”
Bunu duyan akıl sahibi muhataplar: ‘Acaba Allah’a nasıl ve ne şekilde hamd edelim?’ diye elbette kendi kendilerine soracaklardır. İşte buna cevap vermek üzere… bir iltifat üslubu ile; “Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti” buyurulmuş ki “böyle deyiniz” meâlini anlattığı halde, anlatımdaki belağat bunu açıkça söylemeye ihtiyaç bırakmamıştır.
“İyyâke na’büdü ve iyyâke nesta’în” diyen şunu söylemiş olur: ‘Ey Rab! Biz başkasına değil, yalnız senin rububiyetini ikrar ve itiraf ederek ancak sana boyun eğeriz ve yalnız sana zilletimizi arz ederiz ve ancak sana itaat etmekle iç huzuru ve gönül rahatlığı buluruz. Çünkü bütün korku ve ümidimizin ilk ve son dönülecek yeri yalnız sensin, sen korku vermezsen korku yok, sen ümit vermezsen ümit yok; tat duyurmadın mı herşey acı, acı duyurmadın mı her şey tatlı, ruh senin mülkün, madde senin mülkün, bütün beden senin mülkün; bize verdiğin duygular, meyiller hayale dalmalar, akıl erdirmeler ve iradeler ile vicdan duygusu da senin lütfun, senin merhametindir…’ (Elmalılı)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.