Türk diye bir şey yok mu?
Ölçüyü tutturamama sorunu insanların başına iş açar.
Tek Parti zihniyetinin üretimi “Kürt yoktur” şeklindeki inkarcı politikanın tahribatını Türkiye’nin gidermesi kolay olmadı.
Halen de tam anlamıyla giderilebilmiş değil.
Öte yandan, sürece destek vermekte bir adım öne çıkayım diye ipe sapa gelmez tavizkârlık yapanları görüyoruz.
Yasin Aktay işi bir adım daha öteye götürüp “Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye bir ırk yok" noktasına getirdi.
Ne deniyordu, “Kardeşim sen kabul et ya da etme bu insanlar kendilerine Kürt diyorsa, onları öyle kabul etmek zorundasın”…
Milyonlarca insan kendisine, “Türk” diyorsa, bunları niye öyle kabul etmiyoruz peki?
Ne diyeceğiz bu insanlara?
“Kardeşim siz kendinizi Türk olarak tanımlıyorsunuz ama aslında siz sentezsiniz” mi diyeceğiz?
Türk Bayrağı ismini de değiştirip yerine “Sentez Bayrağı” diyelim mesela.
Ya da “Sentez Cumhuriyeti” diyelim.
Yabancı biri sorduğunda “Ben Sentezim” desin insanlar.
İşi o hale getirdiler ki tam anlamıyla kaş yapayım derken göz çıkarma durumu. Geçmişte başka insanlara yapılan inkarcı politikalar, şimdi Türkler’e karşı mı uygulanacak?
Sürekli etnik kimliklere vurgu yapa yapa “Türküm” demeyi ayıp hale sokacaklar neredeyse.
Rahmetli Erbakan hocanın “sen kuş musun deve misin?” diye bir sorusu vardı.
Son zamanlarda ilginç bir akademisyen-gazeteci tayfası türedi.
Ne doğru dürüst akademik üretimleri var ne de doğru dürüst gazetecilikleri.
Ha bire medyada yer almayı arzulayan, siyasilerin karşısına çıkıp gazeteci gibi sorular soran, işine gelince de akademisyen saygınlığının arkasına sığınan tipler bunlar.
“Uluslararası çapta kaç tane bilimsel makalen var? En son ne zaman hakemli dergilere bir makale sokabildin?” diye sorsan verecek cevapları yok.
Gazeteci olmaya çok hevesli iseniz, televizyonlarda boy göstermeye çok meraklı iseniz, gelip adam gibi yapın bu işi.
Yoksa gidin öğrenci yetiştirin, bilimsel üretim yapın.
Üniversitelerin hali ortada.
Üniversite sayısı çok hızlı biçimde arttı.
Bina, araç gereç gibi alt yapı tamamlandı.
Ama hepsinin yetişmiş hocalara ihtiyacı var.
Bu üniversitelere öğretim görevlisi yetiştirmesi gereken akademisyenler işi gücü bırakmış, televizyon televizyon, konferans konferans geziyor, röportaj üstüne röportaj veriyorlar.
Kendi işinizi yapın kardeşim.
Yetiştirmeniz gereken öğrenciler sokaklara barikat kuruyor.
Marjinal gruplara, terör örgütlerine yem oluyor.
Kendinizi sorgulayın bir.
Türkiye’nin yüz akı, uluslar arası alanda tanınan, dünya çapında saygınlığı olan hocalara bakıyorum hiç birini ekranda görmüyorum.
Hepsi okuma, araştırma, yetiştirme derdinde.
Şan şöhret peşinde koşan bir grup akademisyen, “deve mi kuş mu?” oldukları belirsiz halde bekçi gibi televizyonlarda.
Güvenlik konusu açılsa güvenlikten anlarlar, siyasi konular açılsa ondan anlarlar, terör açılsa ondan...
Bir akademisyenin de uzmanlık alanı olur en azından.
Geçmişin inkarcı politikalarını bu sefer tersten dile getirerek yaranmaya çalışmanın ülkeye bir faydası olmaz.
Hani, “Yarım doktor candan, yarım hoca imandan eder” derler ya…
Peki yarım akademisyen?
Sakın ha…
Rahmetli Erbakan hocanın, "İçi saman dolu kuş başka, canlı kuş başka" sözünü aklımızdan çıkarmayalım…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.