Abdullah Şanlıdağ

Abdullah Şanlıdağ

AK Parti ile cemaat kutuplaşmasına nereden bakmalı?

AK Parti ile cemaat kutuplaşmasına nereden bakmalı?

Bu konuda yazmayı düşünmek bile istemezdim ama, AK Parti’ye direkt (dolaylı yollardan Tayyip Bey’in şahsına yönelik) cemaatin gazetesinin orantısız saldırması ve Hoca efendinin Okyanus ötesinden seslendirdiği argümanlar bendenizi de yazmaya sevk etti. Söz başında hemen belirteyim ki, cemaat düşmanı veya kuru sıkı atanlardan değilim. Fethullah Gülen Hocanın 1970’li yıllarda yaptığı konuşmalardan tutun en son yaptığı konuşmaya kadar hepsini takip edenlerdenim. Fakat cemaatin metodunu ve sisteme yaslanarak büyümesini hiçbir zaman tasvip etmedim. Böyle söylerken, hareketi küçümseme ve yıkıcı eleştirme niyetimin olmadığını belirteyim. Ömrünü İslam’a adamış bir çınar ağacına haksızlık yapmak istemem. Ama bunun böyle olması, benim o hareketi değerlendirmemi gerektirmez.

Dershaneler konusunda daha evvel kaleme aldığım bir yazıda, devletin öncelikle eğitim sistemini düzeltmesini, alt yapı çalışmalarını tamamladıktan sonra zamana yaymak suretiyle dershanelerin kapatılmasının doğru olacağını belirtmiştim. Gelinen süreçte gördük ki, bu iş dershane meselesi olmaktan çoktan çıkmış, bir eğitim kurumu olan dershaneler üzerinden derin bir yapı oluşturulmaya çalışılmış. Bu derin yapıyla hedeflenen nedir? “Dershanelerimi kapatırsan, arkadaş ben de Ergenekon sanıklarını serbest bıraktırırım!” uyarısı ve Firavun benzetmeleri çok ürkütücüydü. Vesayet sisteminin çökertilmesinde, en azından askerin bileğinin bükülmesinde cemaatin payı küçümsenemez. Peki eğer hedeflenen doğru ise ve Gezi’nin bir benzeri kurgu sahnesinde cemaatin rolü varsa bundan kim zarar görür? Diyelim ki askerleri salıverdiniz, hatta Tayyip’siz bir AK Parti oluşturdunuz, sonuçta bu kimin işine yarar?

Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok edermiş. Haklı iken haksız duruma düşülürmüş. Bendeniz, hüsnü zan besliyorum, aman cemaat zarar görmesin, siyasal birikimlerimiz yok olmasın diye dua ediyorum. Belden aşağı vurmalar, iktidara savaş açmışçasına saldırmalar ve daha nice yenilir yutulur cinsinden olmayan söylemler bizleri çileden çıkarttı. Haklı olarak Tayyip Bey de dershaneler üzerinden verilmek istenen mesajı aldı ve durumdan vazife çıkartarak ne yapması gerekiyorsa onu yapmaktadır.

Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra Orta Asya’da okullar açan cemaatin ABD’den destek almadığını söylemek cahillik değilse de saflık olur. Aynı şeyi AK Parti için de söylüyorum. Dinler arası Diyalog söylemi, “ılımlı İslam” projesinin bir ilkesidir. Dünyanın jandarmasının ABD olduğunu Fethullah Gülen Hoca çok iyi bilir. Tabi ki Tayyip Bey de… Bu yüzden Hoca efendi “Dünya gemisinin kaptanı ABD’dir, dolayısıyla kaptanla kavga ederek limana selametle varılmaz” demiştir.

Ben Fethullah Hoca’nın uç denebilecek söylemlerini hiçbir zaman tasvip etmedim. Peygamberlerin dışında herkes hata yapabilir, bu yüzden yanlışı kim yaparsa yapsın eleştirilmeli, doğru olan ortaya konmalıdır. Doğruyu da kim yaparsa desteklemelidir. Yani şunu demek istiyorum: Benim cemaate olan saygı ve sevgim, onların yanlışlarını görmezden gelmemi gerektirmez. Nitekim AK Parti’nin iktidara gelmesinde ve devlet içindeki seküler Kemalist birikimin tasfiye edilmesinde cemaatin payı büyüktür diye şimdi iktidardakilerin cemaatin yanlış ve haksız çıkışlarına sessiz kalmadığı gibi…
Hoca efendinin metodu pragmatist bir yapıya yaslanmaktadır. Okullara, dershanelere ve hareketin omurgasına zarar gelmemesi için sürekli olarak devlet partisini destekleyen bu camia, nedendir bilinmez, tarihin hiçbir devresinde merhum Erbakan Hoca ve Milli Görüş hareketiyle barışık olmamıştır. Hatta Erbakan Hoca’nın iktidardan uzaklaştırılmasında cemaatin payı büyüktür.

Gülen Hoca’nın geçmişte söylediklerine takılıp kalmıyorum. Dershaneler üzerinden yürüttüğü dili anlamaya çalışıyorum. Keşke MİT müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Tayyip Bey hedeflenmeseydi. Keşke mesele sadece dershane meselesi olarak kalsaydı.. Keşke Fethullah Hoca Tayyip Bey’in çağrısına uyarak Türkiye’ye gelse ve ABD gibi soğuk bir ülkeden, hem de okyanus ötesinden ultimatom göndermeseydi. Baksanıza uykudaki düşman uyanmış da neler yazıyor:

“Türkiye’de Kemalist Cumhuriyetçi asker ve yüksek yargı bürokrasisinin siyaset üzerindeki vesayetini 2008-2011 yıllarındaki polis operasyonları, toplu davalar ve bunların yanı sıra çeşitli idari ve anayasal düzenlemelerle sona erdiren Gülen Cemaati ile Başbakan Erdoğan’ın AKP’si arasındaki fiili iktidar koalisyonu yerini artık açık bir savaşa bırakmış durumda.”

Cemaatin istihbarat birimi çok güçlü. Devlet içerisinde devlet gibi çalışmaktadırlar. Cemaat bu gücü iktidarın aleyhinde kullanarak devletin gizli bilgi ve belgelerini deşifre etmektedir. Başbakan bunun anayasal suç olduğunu dillendirmekte haklıdır. Yargının bu konu üzerinde durması ve gerekeni yapması elzemdir. Yargı, yasalar doğrultusunda hareket etmez de cemaat lehine bir duruş sergilerse, bu durumda yargıyı kim yargılayacak? Anlaşılan o ki, cemaat kendisini iktidarın ortağı gibi görmekte ve her alanda adımlar atmak istemektedir. Dershaneleri atış poligonu gibi görmek, AK Parti’ye bir şey kaybettirmez ama uzun vadede bundan zarar gören cemaat olur. Benim gözlemlediğim, cemaatin yapmak istediği Tayyip’siz bir AK Parti oluşturma mücadelesi değil, tam tersine, iktidarı içeriden sarmalayarak post modern bir devrimdir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Şanlıdağ Arşivi