Molla ve Siyonist Plan
“Sadece İslami bir partinin lideri olduğum için asılıyorum.”
Zulme boyun eğmeyen Abdülkadir Molla’nın şahadetinden önceki son sözü bu oluyor.
Bir de dava arkadaşlarına, “Şahadetimi Bangladeş İslam devleti için kullanın” diyor.
Aziz ruhun şad, şahadetin mübarek olsun ey koca mücahit…
Selam sana ve bütün şehitlere… Zira sizler; “Allah katında ölü değil bilakis dirisiniz”…
Şahadetiniz İslam’ın hakimiyetine, Müslümanların birlik ve bütünlüğüne vesile olacaktır inşallah.
Başbakan Erdoğan’ın, Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak’ın, duyarlı STK ile hukukçuların süreci yakından takip ettiğini ve pek çok girişimde bulunduğunu yakinen biliyorum.
Ama sonuç vermedi.
Dileriz bu samimi gayret Abdülkadir Molla’nın dava arkadaşlarının kurtuluşuna ve Bangladeş’te İslam’ın muzafferiyetine vesile olur.
Son yüzyılda Emperyalistler bir ülkeyi işgal edip doğrudan yönetmek yerine bir şekilde kendi emellerine hizmet eden ve emirleri dışına çıkmayan kukla yöneticiler vasıtasıyla endirekt yönetmeyi tercih ediyorlar.
Bu şekilde hem kendilerine olan tepkiyi minimize ediyorlar hem de ateşin kendilerini yakmaması için maşa kullanıyorlar.
Bunun en güzel örneği Hindistan’dır.
17. yüzyılda Hindistan’a girmeye başlayan İngilizler, 1858 yılında Hindistan’ı İngiliz Krallığı’na bağlıyorlar.
Tabii devasa Hindistan’ı doğrudan yönetmek İngilizler açısından pek de kolay ve faydalı olmuyor.
Bölgeyi yeniden dizayn etmek için yeni taktikler, yeni planlar yapıyorlar.
1900’lü yılların başlarında Sir Seyyid Ahmed Han etkisindeki Müslümanları destekleyerek Müslüman Ligi’ni kurduruyorlar.
Sonra Muhammed Ali Cinnah’ın başkanlığındaki bu lig, 1940’ta Hindistan’ın Müslümanlar ve gayrimüslimler arasında bölünmesi kararını alıyor.
1947’de de Pakistan Genel Valisi olan Muhammed Ali Cinnah ve arkadaşları bağımsızlıklarını ilan ediyorlar.
Bölünmenin ardından milyonlarca Müslüman mübadele ile Hindistan’dan ayrılıyor.
Bölünmeye başta Hindistan’da Mevlana Azad Ebulkelam ve arkadaşları olmak üzere Türkiye’deki pek çok alim ile kanaat önderi de karşı çıkıyor.
Belki de bu bölünme olmasaydı hızla yayılan İslam Hindistan’ın bütününde hüküm sürecekti.
Hatta Asya ve Uzakdoğu’nun hakim gücü haline gelecekti.
Bu gün yaşanan bu acılar yaşanmayacaktı.
Ama İngiliz projesi gerçekleşti ve Hindistan bölünerek Pakistan kurulmuş oldu.
İngiliz planı bununla da sınırlı kalmadı. 1971’te kanlı bir iç savaşla Pakistan da bölündü ve Bangladeş kuruldu.
Bugün hâla Pakistan’la Bangladeş arasındaki sorunlar çözülebilmiş değil. Tıpkı Hindistan’la Pakistan arasındaki sorunların çözülemediği gibi.
Şimdi dönüp baktığımız zaman devasa Hindistan Budizm’e teslim.
Pakistan kendi içerisinde huzura kavuşmuş değil. İç kavgalar, huzursuzluk ve sefalet diz boyu.
Hele Bangladeş’in durumu içler acısı…
Kardeş kavgası ve rövanşist duygular can yakıyor, kelle alıyor.
İslamî gruplara karşı savaş açılmış durumda. Suçsuz yere binlerce insan zindanlarda yatıyor, haksızlığa direnenler öldürülüyor.
Bu sonuçlar Siyonist projelerin bir parçası.
Molla’nın şehit edilmesini de Arap baharını da Ortadoğu’daki kaosu da Kürt sorununu da bu çerçevede değerlendirmeliyiz.
Ve en kısa sürede aradaki tefrikaları kaldırıp birlik olmak zorundayız.
İstiklâl Şairimiz, taa 1913’te bu günleri görürcesine teşhisi de tedaviyi de şu dizelerle ne güzel aktarmış: “Bir değil mahvedilen devlet-i islamiyye…/Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye./Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;/Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez./Bırakın eski hükümetleri meydandakiler/Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer./İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!/İşte Irak’ı da taksim ediyorlar şimdi.”
Dün bu satırları yazdığım esnada Brüksel’den Hasene Ahmet adında bir okuyucum aradı.
Son derece üzgündü, sesi titriyordu.
Yutkundu, sözleri boğazına düğümlendi, konuşamadı.
Bulgaristan Türkleri’nden olduğunu söyleyen Hasene kardeşimiz, Müslümanlar arasındaki tefrika ve bölünmeyi dile getirdikten sonra sözü Türkiye ile Başbakan Erdoğan’ın İslam dünyasındaki ağırlığına dikkat çekerek, şunları anlattı: “Biz Belçika’da yaşıyoruz ancak gözümüz, gönlümüz, kalbimiz Türkiye’de. Her gün zamanımızın bir kısmını sizlere dua etmeye ayırıyoruz. Başbakan Erdoğan’ı İslam Alemi’nin lideri olarak görüyoruz. Çok etkilendiğim için gördüğüm bir rüyayı paylaşmak istedim. Rüyamda Başbakan Erdoğan bize telefon ediyor ve diyor ki; ‘Siz peygamberimizi üzdünüz, dolayısıyla beni de üzdünüz. Size dargınım’... Rüyanın tesiriyle günlerce kahroldum. ‘Acaba ne yaptık da Peygamberimizi ve Tayyip Beyi üzdük’ diye günlerce düşündüm. Sonra aklıma misafir geleceği için evde temizlik yaptığımız gün ve çöpe attığımız gazeteler geldi. Eve gidince o gazeteyi çöpten çıkarttım ve hâla saklıyorum. 16 Ocak 2013 tarihli gazete. Sayfada, ‘şehitlerimize mahcup olmadan acıyı dindirmek istiyoruz’ başlığı altında şehitlik makamı anlatılıyordu. Yanlışımı fark ettim ve bu duruma çok üzüldüm. Başbakanımızı çok önemsiyoruz. O hepimizin lideri. Ertesi gün tekrar rüyamda gördüm ve kendisine İstanbul’da bir suikast düzenleniyordu. Ancak Başbakanımızı o suikastten Filistinli mücahitler ile benim iki oğlum Abdullah ve Abdurrahman kurtarmıştı. Allah O’nu bütün tehlikelerden korusun…”
Hasene Ahmet kardeşimiz, Başbakan Erdoğan’la telefonla dahi olsa kısa süreliğine bir selamlaşmayı o kadar arzuluyor ki…
Bu yüzden telefonunu bana bıraktı.
Elçiye zeval olmazmış.
Kim bilir belki de Hasene kardeşimiz arzusuna kavuşmuş olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.