Türkiye’yi hedef alan; ABD, İsrail, Cemaat üçgenindeki kirli ittifak (2)
Başbakan Erdoğan’ın başlattığı “Muhafazakar Demokrat” hareketini partileştirirken, Cemaat mensuplarına bu harekete sızmaları için üst düzeyden talimatlar verildi. Başbakan Erdoğan bunu biliyordu ve “hizmet edeceklerse sorun yok” diyerek yolu açık bıraktı. ABD ve Musevi kuruluşlarının desteğini alma adına görüşmeler yapmasını Gülen Cemaati’nin organize ettiği bilgisiyle cemaat övündükçe övünüyordu.
Sonradan anlaşılmıştır ki; Cemaat adına bu düşünce kuruluşlarıyla bağlantıyı sağlayanlar bu kuruluşlara Başbakan Erdoğan’ın kendileri gibi bir işbirliği olmaya cemaat tarafından hazır hale getirildiği sözü verilmiş.
Nitekim Başbakan Erdoğan İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yapmış ayrıca 1967 sınırlarına İsrail’in çekilmesi şartıyla Filistinlileri makul bir plan üzerine de iki devletli barışa gidilebilmesi konusunda çalışma başlatılması mesajını taraflara vermişti.
İşgal ve katliamlarını sürdürmeyi varlık sebebi kabul eden İsrail’in bu olumlu gidişatı sonlandıracak şekilde Gazze’ye yönelik o büyük yıkım ve kıyım ile kitlesel ölümlere sebep sebep olan saldırısını başlatması Başbakan Erdoğan’ı çok ciddi anlamda sarsmıştı. Parçalanan küçük çocuklar ve masum sivil halk ile yakılıp yakılan Gazze’yi gören Başbakan Erdoğan İsrail’i “devlet terörü” yapmakla suçlayıp, tüm ilişkileri sonlandıran bir çıkış yaptı.
Devamında 2009 yılında Davos’ta yaşanan Başbakan Erdoğan’ın meşhur ‘One-Minute’ çıkışı ile dünya kamuoyu önünde İsrail’e Osmanlı tokadı indirerek dünyaya rezil edip karizmasını çizmesinden cemaatin Musevi düşünce kuruluşlarıyla bağlantıları kuran kişileri son derece rahatsız ettiğini Mavi Marmara konusundaki tavırdan anlıyoruz.
Mavi Marmara olayı ile alakalı olarak Başbakan Erdoğan “Uluslararası sularda 9 vatandaşımızı katleden İsrail devlet terörü işlemiştir” derken; F. Gülen “İsrail’in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır” demişti. Bu açkılamasıyla F. Gülen, Başbakan’a karşı tavır alıp İsrail’i onurlandırmış oldu. Bu çıkışıyla “F.Gülen İsrail’e sadakatini göstererek, güvenini mi tazelemiş oldu? sorularını akla getirdi.
Bunlar, Gülen ve Cemaati ile Başbakan Erdoğan’ın yollarının ayrışmaya başladığı noktalardı. Ancak süreç devam etti ve MİT müsteşarının yargılanma müdahalesi, dershaneler ve daha birçok sebebin tetiklediği dış destekli operasyonla alternatif iktidar projesine desteğe varan bir restleşmeyi beraberinde getirdi.
Çünkü F.Gülen; bu yanlışları “hak haklınındır” İslami ilkesi yerine, “hak haklının olsa da bu gün hak güçlünündür, O zaman biz o gücün yanında yer alarak o gücün gölgesinde güç olmayı başararak bir dünya hareketi olalım” düşüncesinden hareketle yaptığı anlaşılmaktadır.
“Bir dünya gücü” olma hayali uğruna kurulan ilişkilerin ve izlenen yanlış politik tavrın ve ülkeye verdiği zararı burada izaha gerek yok.
Şer güçlerin borazanı ve sözcüsü olduğu görüntüsü veren Sözcü gazetesinin yazarı Emin Çölaşan’ın “Fethullah ekibinin; “Biz bu işin içinde yokuz” demesine inanmam. Varlar ve iyi ki de varlar! Bizim başaramadığımızı onlar başardı! Biz biliyorduk ama belgeler elimizde değildi. Onlar, devleti ele geçirmiş olmanın avantajını kullandı.” açıklaması Allah adına çıkılan yoldan, mafyalaşan ve dış bağlantılı kirli ilişkilere kısacası nerelerden nerelere gelindiğini anlamak için yeter ve artar: Sanırım fazla söze gerek yok…
TEHDİTLER ALIYORUM…
Gazeteciler ve Yazarlar vakfı Başkan Yardımcısı Erkam Tufan Aytav ile Vakfın Basın ilişkileri sorumlu Tercan Ali Baştürk zahmet buyurdular ve evime misafirim oldular. Yazımda konu ettiğim hususları ve endişelerimi ayrıntılarıyla anlattım ve “her şeye rağmen bundan sonra bir uzlaşma yolu bulunabilir mi” sorusuna birlikte cevap aradık.
Ancak; biz dershaneleri konuşurken bir anda olayların seyri değişti. Milli iradeyi hedef alan dış destekli operasyonlar ve Müslümanların İslam ve Müslümanlara hizmet etsin diye destek verdiği gazete ve televizyonlardan şer güçlerin oyunlarına çanak tutulduğunu görünce hem şok oldum hem de bu kardeşlerimizin iyi niyet ve temennilerinin cemaati yönlendiren güçle aynı olmadığını anladım. Hem okurlarımızı hem de cemaatin çok samimi mensuplarını aydınlatma adına bu yazıyı kaleme almanın zamanı geldiğini düşündüm.
Cemaatin samimiyetine inanan ve güvenen biri olarak 7 yıl Dış politika muhabirliği yaptım. Cep harçlığına hizmet diyerek Bosna Hersek, Çeçenistan başta olmak üzere Balkanlardan Kafkaslara, Avrupa’dan Afrika’ya uzanan bölge ve kıtalarda dolaşarak savaş muhabirliği yaptım. Çok sayıda devlet ve hükümet başkanlarıyla röportajlar ile yazı dizileri yaparak Allah rızası için katkı sağlamaya çalıştım. Ayrılırken ise Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Gülerce bana bir mektup göndererek başarılı görev süreme teşekkür etmişti.
Şimdi ise eleştirel yazılarım nedeniyle çok sayıda uyarı görüntüsü altında tehdit aldım ve de alıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.