Hüseyin Gülerce: Taraf, Cemaat’le Ak-Parti’yi Kavga Ettirmek İstiyor!
Son günlerde en çok konuşulan konusu şüphesiz TARAF gazetesinin yayınladığı 2004 yılı Milli Güvenlik Kurulu zabıtları. Bu olayı herkes kendi penceresinden yorumluyor. Bu gazetenin yaptığı yayını değerlendirirken onun tetikçi kimliğini mutlaka bir kenarda tutmak lazım.
Matbaasını ZAMAN gazetesinin bağış olarak verdiği, basıldığı kağıdının günlük olarak yine bu gazetenin verdiği ve abone işlemlerinin de ZAMAN tarafından deruhte edildiği düşünüldüğünde oradan Recep Tayyip Erdoğan’a yapılan salvo atışlarının sahibi belirginleşiyor.
Fethullah Hocamızın medya ayağı Alaaddin Kaya’nın “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur, bana hizmet eden herkese kağıt da veririm, matbaa da” düsturu mucibince TARAF dimdik ayakta durmakta ve istenilen hedeflere nokta atışı yapmaktadır. Atış yapanın kimliği ise o kadar önemli değil, bugün Mehmet Baransu olur, yarın bir başkası... Ama Oral Çalışlar gibi kullanılmayı kibarca reddedenlerde bir anda kırmızı kart görür ve oyun dışı bırakılırlar. Burada önemli olan cemaatin MGK’nın gizli belgelerini ele geçirecek kadar güçlü bir yapıya kavuşmasıdır. O yapının servis ettiği bilgileri ninem de ifşa eder! Yani yiğitlik Baransu’da değildir, o da bir maşadır. Şimdi gelelim bu olayın cemaatin güçlü kültür kanalı MEHTAP TV’nin bir programında nasıl değerlendirildiğine.
Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan ve Hüseyin Gülerce’nin birlikte sundukları ve o haftanın önemli siyasi olaylarının tartışıldığı programın konusu dershaneler olayı, vatandaşın fişlenmesi ve TARAF’ın yayınladığı MGK’nın 2004 yılı gizli tutanakları idi. Tutanakların önemi ise, orda Fethullah Gülen hareketinin bitirilmesi kararının o MGK’da alınmış olması.
Efendim, 3 katılımcı da dershanelerin kapatılmasının anlamsızlığını ve bunun yanlışlığını vurguluyor. Olamaz mı, öyle düşünüyorlar, saygı ile karşılıyoruz. İş fişleme olayına geliyor, Ali Bulaç programda sürekli şeytanın avukatlığı rolünü oynuyor, o yüzden ekseriya sevimsiz duruma düşüyor. O fişlemelere kesinlikle karşı. Ahmet Turan Alkan Hoca ise tıpkı benim gibi düşünüyor. “İstihbarat bir devleti ayakta tutan bir çalışmadır, mutlaka yapılmalıdır. Problem bu ham bilginin işlenmesindedir. Bunlar vatandaşların günlük yaşayışını zehir edecek, haksız fiiller yaratacak şekilde kullanılmamalıdır.”
Yanılmıyorsam Gülerce de bu minval üzre fikir beyan ediyor. Üçüncü konuya geçmeden Alkan Hoca’yı destekleyecek bir olayı burada nakletmek istiyorum. 1942 yılı, tek parti dönemi, yani CHP iktidarda İçişleri Bakanı da Recep Peker. Ünlü mizah yazarı Aziz Nesin’in yurtdışındaki bir toplantıya katılmak için pasaport alması icabeder, ama ona pasaport verilmez. Çünkü o bir komünisttir! O da İçişleri Bakanı Peker’e başvurur. Peker, Emniyet Genel Müdürü ve MİT’ten bilgi ister. İçişleri Bakanı’na bir valiz dolusu evrakla gelen yetkililer bir brifing verirler.
- Efendim Aziz Nesin, 24 saat, en iyi sivil polislerimiz tarafından dakika dakika izlenmektedir, zira o bir komünisttir. Yurtdışına çıkarsa bir daha gelmez, o yüzden pasaport vermiyoruz.
İçişleri Bakanı Peker kızar:
- İyi ya işte gitsin bir daha gelmesin, biz de kurtulmuş oluruz. Kim bilir bugüne kadar bu memleketin kaç tane iyi polisinin zamanını boş yere onun peşinde harcadınız, saçmalık bu. Ben bakan olarak izin veriyorum.
Ve Aziz Nesin, Peker’in akl-ı selim sahibi tutumu ile yurtdışına çıkar, onbeş gün sonra da geri döner. Neden gelmesin ki, okuyucusu buradadır, yazı yazacağı, üreteceği malzeme buradadır, malı mülkü buradadır, velhasıl, dostları buradadır, burası onun vatanıdır. Aradan 20 küsur yıl geçer. 1960 ihtilalinden sonra onu yine komünist diye yurtdışına salmazlar. O da Urfa’ya gider. Asıl adı olan Mehmet Nusret kimliği ile “Hacca gideceğim” diye başvuru yapar ve Suriye’ye geçer, oradan toplantının yapılacağı Norveç’e uçar. 15 gün sonra da aynı yol üzerinden vatanına giriş yapar. Kağıt üstünde de Aziz Nesin hacca gitmiş olur. Yanılmıyorsam yıllar sonra yine bir defa yurtdışına “komünist” iye bırakılmayacak ve o yine “Hacca diye” müracaat edecek ve bu defa tanınarak sınırdan geri çevrilecektir. Yani Aziz Nesin ikinci defa(!) hacca gidememiştir.
Şimdi geliyoruz üçüncü meseleye. Efendim 2004 yılı MGK kararlarının TARAF gazetesi tarafından yayınlanışı ve bunun zamanlaması MEHTAP TV’de tartışmaya açılıyor. Bu kararların içeriğine bakınca 2004 yılında MGK’da Fethullah Gülen hareketinin takip edilmesi ve tasfiye edilmesinin ortak bir karar olarak yayınlandığını görüyoruz. Dışarıdan bakınca Başbakan Erdoğan’ın Gülen Hareketini ortadan kaldırmak için askerlerle ortak hareket edip bir kumpas kurduğu zannedilebilirdi. Oysa gerçek hiç de öyle değildi. Başbakan Erdoğan ve dnun kurduğu AK-PARTİ hükümeti de 2010 yılına kadar aynı MGK’larda sıkıştırılmış ve iktidardaki partiye kapatma davası açılmıştı, yani onlar da Gülen Cemaati gibi mağdurlardandı. O güne kadar bu MGK kararları rutin bir işlem olarak imzalanmış, fakat asla yürürlüğe konulmamıştı. Aksine cemaat hangi taleple Başbakanın kapısını çalmışsa istediklerini almıştı. Cemaatin en önemli organı olan Gazeteci ve Yazarlar Vakfı’nın Başkanı ve Hizmet Hareketi’nin önemli isimlerinden Mustafa Yeşil, bir söyleşide “Hareketimiz en rahat dönemini son 10 yılda yaşadı” diyecektir.
Putin’in emri ile Kazakistan’daki Fethullah Hoca okulları kapatılmak istenecek ve 25 okulun kapatılmasını Başbakan Erdoğan tâ Kazakistan’a kadar giderek özel bir gayret ile önleyecektir. Bu gerçeği de Risale-i Nur Hareketi’nin önemli isimlerinden, Avrupa Rotterdam İslâm Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, AKİT gazetesine açıklamıştı. Cemaat ise son 20 gündür, dershaneleri özel okullara dönüştürme kararı alan iktidara adeta bir savaş açmıştı. Bugüne kadar ümmetin çeşitli coğrafyada, Filistin’de, Myanmar’da, Türkiye’de yaşanan onca zulme karşı böylesine canhıraş bir feryat yükselmemişti. Bugün bir savaş dili kullanılıyordu iktidara karşı, tıpkı bir düşmana kullanılan dil gibi... Bu arada TARAF gazetesi de tetikçi bir yayıncılığın en somut örneklerini veriyordu. Oysa aynı gazete ilk kuruluşunda Gülen Hareketi’ni hedef tahtasına koyan yayınlar ile temayüz etmişti. Sahipliği cemaate geçince de istenilen hedeflere cemaatin gizli kanallarından verilen belgelerle saldırı gerçekleştiriyordu, yani görevini ifa ediyordu. İşte bu noktada MEHTAP TV’de cemaatin önde gelen birkaç kişisinden biri olan Hüseyin Gülerce vicdani bir sorumlulukla TARAF’ın yaptığı son yayını değerlendiriyor, fincancı katırlarını ürkütecek şu yorumu yapıyordu:
- TARAF gazetesinin son yayını cemaatle, AK-PARTİ arasını açmaya yöneliktir, iyi niyetle izah edilemez. Zira o tarihlerde Erdoğan ve AK-PARTİ iktidarı da potansiel suçlu olarak görülüyordu MGK’da!
Gülerce, ayrıca bir başka bomba daha patlatıyor MEHTAP TV’de:
- Hiçbir iktidar, hiçbir cemaate, “Davul benim boynumda, tokmak senin elinde olsun” diye iktidarın anahtarları teslim etmez, haklıdır da...
Gülerce’nin bu bomba gibi açıklamaları kamuoyunun dikkatinden kaçacak ve MEHTAP TV de bu zararlı açıklamaları(!) internet sitesine koymayarak kamuoyundan kaçıracaktır. Ben şahsen Gülerce’nin taaa Pensilvanya’dan ve cemaatin buradaki ağabeyleri tarafından ciddi şekilde uyarıldığını düşünüyorum. Değilse o güzelim 3’lü program neden yayına konulmasın?..