Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Dil kılıçtan keskindir

Dil kılıçtan keskindir

Geçen yazımızda, Efendimizin (s), “kin ve öfke aklı ve dini kazıyıp yok eder” mealindeki hadisinden hareketle, müminlerin öfkelerine yenilmemeleri, aksine galip gelmeleri gerektiği üzerinde durmuş, Maverdi’nin tavsiyeleri bağlamında öfkeyi yenmenin yollarını görmüştük. Bugün de, öfkelerine yenik düşen müminlerin ne gibi kötülüklere savrulabileceklerini görelim. Rasûlüllah (s) şöyle buyuruyor:

“Sakın birbirinize karşı kötülüğe girişmeyin! Bu, gayretleri öldürür, şımarıklığı diriltir.” (Kenzü’l-Ummal)

Tecrübe edilmiştir ki, kötülükler karşılık buldukça sonu daha da kötüye gider. Bu yüzden, “şerden uzak durdukça şer de senden uzaklaşır; davranışların güzel olursa, sana yaklaşan da çok olur” denmiş.

Hz. Lokman oğluna şöyle nasihat etmiş: “Yavrucuğum! ‘Şerri şerle söndürürler’ diyen yalan söylemiştir. İnanmayanlar, iki ateşi birbiri ile yaksınlar ve baksınlar bakalım, biri diğerini söndürüyor mu? Nasıl ki ateş ancak su ile sönerse, şer de ancak hayırla söner.” (Maverdi, Edebü’d-Dünya ve’d-Din)

Hoş bir kelâm-ı kibar vardır: “Kötülüğe kötülük her kişinin harcı; kötülüğe iyilik er kişinin harcı.”

Her konuda olduğu gibi, bu konuda da nihai söz, elbette Rabbimizin ebedi kelâmıdır:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet 41/34)

“Ey iman edenler!.. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin.” (Maide 5/8)

Böyle anlarda dillerin açtığı yaraları kapatmak mümkün olmaz. Zira dil, bazen kılıçtan keskin olur. Erdeşir’in dediği gibi: “İki kılıçtan en keskin olanı dildir.” (Elmai, Kur’ân’da Tartışma Metodları)

Bu sebepledir ki, ashâb-ı kiramın ve onları takip eden ilk nesillerin tavsiyeleri sükût yönündedir.

Hz. Ali (r.a), Amr b.Mürre’ye (ra) sorar: “İnsanların ahmağı kimdir?” Amr şöyle cevap verir:

-“Kendini akıllı sanan.” Hz. Ali (r.a) devam eder: “Peki, en akıllı kimdir?” Amr’ın cevabı şu olur:

-“Sefihlerin/akılsızların herzelerine sükût edendir.”

Dirar b. Ka’kaa da; ‘Vallahi, bir söylersen on işitirsin!’ diyen bir boşboğaza şöyle cevap verir: ‘Vallahi, on kere söylesen bir söz bile işitmezsin.’ Ârifler ise; ‘Cahilden yüz çevirip cevap vermemek, kavga edip ona benzemekten hayırlıdır’demişler. (Maverdi, Edebü’d-Dünya ve’d-Din)

Aksi halde cahilin seviyesine inilmiş olur. Ancak, haksızlıklar karşısında susan da ‘dilsiz şeytan’dır. Kuşeyrî, Risale’sinde der ki: “Yeri geldiğinde konuşmak, en güzel bir haslet olduğu gibi, zamanında susmasını bilmek de erdemli insanların özelliğidir.” Şeyh Sadi de: “Şu iki şey akıl noksanlığındandır: 1) Konuşması gereken yerde konuşmamak. 2) Konuşmaması gereken yerde konuşmak” der.

Konuşmamız gereken yer ile konuşmamamız gereken yer arasındaki farkı ise, Allah’ın verdiği akıl nimeti ve mümin feraseti ile belirlerken, elbette “sözün en güzelini ve doğrusunu” söylemeliyiz:

“Kullarıma söyle: Sözün en güzelini söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Şüphesiz şeytan insan için apaçık bir düşmandır.” (İsra 17/53)

Sözün en güzeli elbette en doğru olanıdır. Efendimiz (s); “Mümin korkak olur mu?” sorusuna, “Evet, olabilir” der. “Cimri olur mu?” sorusuna yine “Evet, olabilir” der. “Yalancı olur mu?” diye sorulunca, bu kez, “Hayır, mümin asla yalancı olmaz” buyurur. (Muvatta, Kelâm 19)

Sözün en güzeli ve en doğrusunun söyleneceği zamanlar, özellikle öfkelerin kabardığı demlerdir. Böylesi ortamlar, şeytanın kol gezdiği, dezenformasyonun ve yalan haberlerin havalarda uçuştuğu anlardır. Bu sebeple, ortalıkta dolaşan haberler çok iyi tahkik edilmeden kullanılmamalıdır.

“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurât 49/6)

Bir söylentiye dayanarak Müslüman bir kişi veya camiaya haksızlık etmek ne fena bir durumdur!

En az bunun kadar fena olan da Müslümanların birbirlerine lânetler ve hakaretler yağdırmasıdır.

Peygamberimiz (s); “Lânet edici olmak mümine yaraşmaz” ve “Sıddîk (dürüst) kimseye, çok lânet etmesi yakışmaz” buyurur. Ashabın seçkinlerinden Huzeyfe de (r.a) şöyle demiştir: “Birbirlerine lânet okuyan her toplumun üzerine lânetin gelmesi kaçınılmazdır.” (Buhari, Edebü’l-Müfred, 309, 317, 318.)

Öyleyse, ümmet olarak üzerimize böylesi bir lânetin gelmemesi için çok dikkat etmeli, hatalarımızı kabul ve itiraf edebilmeli, Allah’tan af ve mağfiret dilerken, birbirimizi de affedebilmeliyiz.

Şa’bî, kendisini kötüleyen birine der ki: “Eğer dediğin gibi fena isem Allah beni affetsin; değilsem bana hakaretinin günahından dolayı seni affetsin.” (Maverdi, a.g.e.) 

İşte takınılması gereken mümin tavır budur! Allah Azze ve Celle hepimizi affetsin. Amin.

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Yıldız Arşivi