Kitabullah, ümmîler ve ümniyyeler
Müslümanlar arasındaki ihtilafların can yakıcı boyutlar kazanması sebebiyle, dört haftadır herkese öğüt ve ibret olacak âyetler, hadisler ve nasihatler ışığında bazı hatırlatmalar yaptık. Bu arada “Aşır Aşır Kur’ân” dersimiz sürüyor, hamdolsun. Bugün Bakara/78-79. âyetlere dair bazı yorumlara bakalım:
“Onlardan bir bölümü de ümmidir. Kitab’ı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden/kuruntulardan başka değildir; bunlar yalnızca zannederler.”
“Vay onlara ki; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için: ‘Bu Allah katındandır’ derler. Vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına!”
78. âyette; kendi kutsal kitaplarının öğretilerinden habersiz olan, din adına bildikleri de sadece zan ve kuruntudan ibaret olan (Bak: A’râf 7/157-158) sıradan bilgisiz Yahudiler kastediliyorsa da, bugün Kur’ân öğretilerinden haberdar olmayan, ömründe bir kez dahi olsun Kur’ân’ın açıklamasını okumadığı için İslâm adına kuruntu ve hurafelere inanan Müslümanlar da elbette âyetin kapsamı dışında değildir.
“Ümmî” kelimesi; ‘anadan doğduğu gibi kalan’ yani ‘okuma-yazma bilmeyen’ demek ise de, bu âyette, “Kitab’ı bilmeyen”, dolayısıyla da bu bilgisizliği sebebiyle “kuruntu ve zandan” ibaret bir din algısına sahip olanların kastedildiği açıktır. Okur-yazarlık ve tahsil seviyesi ne kadar olursa olsun, bir Müslüman eğer Kur’ân’ın öğretilerinden haberdar değilse, o, kelimenin tam anlamıyla “ümmi”dir; İslâm adına bildikleri de zanna dayalı, asılsız bilgi kırıntılarından öteye geçemez. Nasıl ki, bu âyette söz konusu edilen Yahudiler, kitapları olan Tevrat hakkında bilgi sahibi olmadıkları için, din adına kuruntu ve zanna inanmışlarsa, bugün de Kitab’dan habersiz Müslümanların büyük bir kısmı ne yazık ki aynı konumdadır. Bu elbette bir itham değil, acı bir tespittir. Beş-altı yıl önce Türkiye’de yapılan bir anket, Kur’ân’ın meal veya tefsirini okuyanların oranının sadece % 5 olduğunu ortaya koyuyordu (Bak: KAB Platformu). Bu durum, halkımızın % 95’in “Kitab’ın ümmisi” durumunda olduğunun resmi değil midir?
Evet, Kitab’ın ümmîleri, okuma yazma bilseler de Kitâb’ı bilmezler; sadece birtakım ümniyyeler (kuruntular) beslerler. Bütün bildikleri hayâl-meyal mefkûrelerden, duydukları taklidî temennilerden ibarettir. Elmalılı Tefsirindeki açıklamalara göre; âyetteki “emâniy”; ümniyye’nin çoğuludur. Ümniyye ise; ‘insanın kendi içinde ve hayalinde tasarlayıp varlığını kabul ettiği ve olmasını temenni edip durduğu veyahut diline dolayıp durduğu şeylerdir’. Yani emaniy; insanın kendi gönlünden geçirdiği, saplanıp kaldığı ve durmadan arkasından koştuğu bir düşünce, bir hayal, bir kuruntu demektir. Bunun bazılarının gerçekleşmesi mümkün ve şu halde geçerli olanları bulunabilirse de çoğunlukla hiçbir delile dayanmayan kuru ve şahsi temennilerden ibarettir. Bundan dolayı emaniy, batıl idealler, evham ve boş hayaller mânâsına da kullanılır. İşte Yahudilerin okuma yazma bilmeyen avam takımı da ilimden, kitaptan nasibi olmayıp sadece kuruntu arkasında koşar dururlar ve onlar yalnızca zan içinde yaşarlar, zan peşinde koşarlardı. Kuru bir zan ve taklitten başka bir şeye malik değillerdi. Hak ile batılı tayin edip seçemezlerdi. Bu yüzden bunların vebali kendilerini aldatan okur-yazar takımınadır.
79. âyette de; onların bilgisizliğinden yararlanan Yahudi âlimlerin istismarcı tutumları anlatılıyor: onlar ilâhî kitabı kendi arzu ve isteklerine uydurmak için değiştirmekle kalmayıp aynı zamanda orijinal metine kendi yorumlarını, ulusal tarihlerini, bâtıl inançlarını, kendi uydurdukları teorileri, felsefe ve kanunları da eklemişlerdi. Daha sonra bütün bunları (ki hepsi Kitab-ı Mukaddes’te yer alır) ‘Allah’tan’ diye ortaya koymuşlardı. Herhangi bir şekilde İlâhî Kitab’a dahil olan her tarihî hikâye, her yorum, her insan uydurması inanç ve her insan yapısı kanun sözde “Allah’ın Kelâmı” olmuştu. Ve her Yahudi’nin bütün bunlara inanması zorunluydu, eğer inanmazlarsa ya mürted ya da kâfir olarak kabul ediliyordu.
Yahudi bilginler, dinî konularda bazı kitaplar yazarak bunların Allah katından gelen dinî gerçekleri içerdiğini ileri sürüyor ve yukarıda sözü edilen cahil halka ‘ucuz’ bir bedelle satıyorlardı. Bu tavırlarıyla halkı din hakkında bilgilendirme amacı taşımadıkları, aksine kendi söz ve yorumlarını Allah kelâmı gibi gösterip kişisel görüşlerini kutsallaştırarak dinin aslı gibi göstermeye kalkıştıkları ve bu yolla din’i, bir itibar, istismar ve kazanç aracı haline getirdikleri için, âyette ağır bir dille kınanmışlardır. Kuşkusuz burada Müslümanlara da dolaylı bir uyarı vardır. (Bak: Elmalılı M.H.Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, D.İ.B.-Heyet, Kur’ân Yolu)
İmdi, bu uyarı gereği; her Müslüman derhal bir Kur’ân meali-tefsiri alıp düzenli olarak ilahi mesajı okuyup öğrenmeli, ‘Kitab’ın ümmisi’ olmaktan kurtulmalıdır. Yoksa birileri Din adına çıkar; ‘kendisine vahiy geldiğini’, ‘Peygamber’den icazet aldığını’ veya ‘mehdîliğini’ iddia eder de kendi hurafelerini tek hakikat diye yutturmak için, ‘sakın Kur’ân okumayın; zira anlayamazsınız ve sapıtırsınız; yalnız bizim yazıp-söylediklerimizi dinleyin, okuyun’ derler. İşte veyl onlara, veyl yazdıklarına, veyl kazandıklarına!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.