Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Adnan Hoca Şaşırtmaya Devam Ediyor

Adnan Hoca Şaşırtmaya Devam Ediyor

Ahmet Sezgin... Sezgin Neşriyat ve ciltlerinin sahibi, daha doğrusu idi. Şimdi rahmet-i rahmana kavuştu. Ahmet ağabey, tipik bir Karadenizli idi. Ayakları ile başı arası, yani her zerresi iman asabiyeti ile yüklü bir adam bir de Karadeniz’in ünlü mısır ekmeği ile beslenirse ne olur, ne olmaz ki, sevgisi ile öfkesi bazen birbirine karışırdı. Bir anda söner ve Sapanca Gölü gibi durgunlaşırdı. Şaşırdınız... Bir dakika önce Karadeniz’in hırçın dalgalarını yüzünde ve sesinde gördüğünüz bu adam nasıl bir anda böylesine değişebilirdi?

Onun imtihanı da iflaslarla birlikte yaşamak olarak yazılmıştı alnına. Bu kaderi elbisesinin astarı gibi sırtında taşır ve bundan da müşteki olmazdı. Gönlü Orta Anadolu bozkırları gibi geniş, Karadeniz yaylaları gibi yemyeşildi. Çalışanlarına haftalıklarını verir, son kalan parasını da rızay-ı ilahi için isteyen birine uzatıp beş parasız evinin yolunu tutardı. İstanbul’da Çemberlitaş’ta Fırat Kültür Merkezi’nin olduğu binanın en alt katında da dev bir mücellithanesi ve yayınevi vardı.

Yani o, varlık içinde yokluk çekiyor, derdini de seviyordu. Gönlü ve sofrası herkese açık olan bu adam bir gün beynine yüklediği fazla elektriğe dayanamayıp göçtü bu diyardan. Onu rahmetle anarken (ruhuna Fatiha) bir hatıramı da paylaşmak istiyorum.

Bir gün telefon edip çağırdı. Ramazan ayı idi ve 3 gün sonra da Sultanahmet Camii avlusunda Türkiye Diyanet Vakfı tarafından Dini Yayınlar Fuarı açılacaktı. Ahmet ağabey de o günlerde yok satan, Adnan Hoca’nın meşhur Yahudilik ve Masonluk kitabının telifini satın almıştı. Yalnız bir problem vardı. Kitabın kapak filmi yoktu. Ahmet ağabey:

- Fatih kardeşim, iki gün içinde ne yap, yap, bu kapakları hazırla, bastır ve ben de alelacele ciltleyeyim. Adnan Hoca ilk gün kitaplarını imzalayacak.

İtirazıma da meydan vermeden:

- Hemen başla deyiverdi. Ahmet ağabeye itiraz da mümkün değildi. Hem çok severdik, hatırı yüce idi, hem de barut fıçısı gibi patlardı. İki günde işi yetiştirdim. Matbaada kâğıt topları üzerinde uyuyarak geçen hummalı bir çalışma semeresini vermiş ve 3. gün Sezgin Ciltevi’nde Adnan Hocanın Harun Yahya adı ile yazdığı Yahudilik ve Masonluk kitabı bir 500 adet ciltlenerek fuara yetiştirildi. Ben de gittim. Adnan Hoca da imza standında yerini almıştı. Yine manken gibi çıktı ve Harun Yahya adı ile kitaplarını imzaladı. Adnan Hoca, İslami anlamda derinliği olan bir hoca değildi, ama o günlerde Yahudilerin ve masonların ipliğini pazara çıkaran Darwin nazariyesini yerle bir eden bir çalışma içinde olduğu için pek çok İslami çevrede takdir edildi, benimsendi, alkışlandı. O günlerin popüler, iç çamaşırı defilelerinin aranan mankenlerinden Gülay Pınarbaşı da dönüş yapmış, tesettüre girmiş ve Adnan Hoca grubunda yerini almıştı. Yanılmıyorsam uzunca bir süre de Milli Gazete’de günlük yazılar yazacaktı Pınarbaşı hanımefendi. Şimdi nerededir, aynı gemide yolculuk yapıyor mudur bilmiyorum. Zira Adnan Hoca kendisi evrim teorisini inkâr etse de hızlı bir evrim geçiriyor. Bazen onu tanımakta zorlanıyoruz. Bu değişimin evrelerine bakınca, önce binlerce kitaba Harun Yahya diye imza attığını, bu imza sahiplerinin “Bu adam ne mübarek adamdır” diye kendisine hüsn-ü zanda bulunduklarını unutup o adı inkâr etmesini herkes gibi biz de tahlile çalışıyoruz. Ardından İsrail’le olan sıcak ilişkiler, sevgi ve muhabbetle kucaklaşmalar, en sonunda da 33 dereceli mason olma hikâyesi ve bu masonik ritüelin kendi televizyon kanalı ve sitesinde yayınlanışı. Ben bugüne kadar bir insanın bir anda tepeden inme 33. dereceden mason olup, bunun da bir tv kanalında naklen yayınlandığını hiç duymadım, görmedim. Adnan Hoca’ya 33 dereceli mason törenini yapan ve onu locaya kabul eden şahıs bir tiyatro oyuncusu muydu, gerçekten bir mason üstadı mıydı bilinmez. Ama hepimizin kabul etmesi gereken bir şey var ki bu da Adnan Hoca büyük adam. Masonluğun tarihini bile altüst etti. O tarihte masonların ipliğini pazara çıkaran bir adamın anlı-şanlı bir törenle, hem de masonluğun en üst makamlarından 33. dereceden bir rütbe ile ödüllendirilmesi var mıdır, sanmıyorum. Üniversitelerimizin sosyoloji kürsülerinde kesinlikle bu kimliğin tahlili yapılmalı, adına enstitüler kurulmalıdır.

Bir yanda da mehdilik iddiası var, o da bir kenarda hazır ve nâzır bekliyor. Bütün işaretlerin kendisinde olduğunu söyleyen Adnan Hoca, hem mehdi, hem değil, ortada bırakıyor konuyu. Sanki bir gün ansızın açıklayacağı havasını da veriyor. Mehdilik sanki onun kapısında bekleyen bir makam bir gün o kapıyı açacak ve unvanı omuzlayacak.

Adnan Hoca, gerçekten ilginç bir kişilik. Şimdilerde A9 adı ile yayınını sürdüren televizyon kanalında tam bağımsız bir cumhuriyet kurmuş ve kafasına göre takılıyor. Söz de ikide bir de ister istemez mehdiliğe geliyor nedense. Süleymaniye Kütüphanesi’nde aylarca Adnan Hoca’nın özelliklerini mehdiye uygun hale getirmek için hadis arayan talebelerini unutan Oktar, mehdi olmadığını, eğer olsa toplumun sinir uçlarına dokunacak şekilde dünya kardeşliğini savunan masonluğa girmesini, hem de 33 dereceli bir mason olduğunu açıklaması mümkün olur muydu? Hem mason, hem mehdi, mankenlerle içli-dışılı bir mehdi! Bu soruları Adnan Hoca kendi kendine soruyor programı sırasında. Doğrusu benim en çok merak ettiğim şey, Adnan Hoca’nın kendisi ile baş başa kaldığında durumu nasıl değerlendirdiği, geçirdiği değişimi nasıl içine sindirdiği.

Düşünün, bir iç çamaşırı defilesinden giyinmeye fırsat bulamadan A9 ekranına çıkmış hissi veren hocanın partnerleri, sık sık zat-ı alilerinin ne kadar yakışıklı olduğunu söylemek görevini de ihmal etmiyorlar. Ayrıca her biri dakikada 3 defa “inşallah, maşallah” demek zorundalar.

- Hocam, Filipinlerdeki tayfunun Türkiye’ye doğru geldiğini meteoroloji açıklamış.

- Yaa öyle mi?

- İnşallah hocam!

Bir diğer manken konuşuyor:

- Geziciler Taksim’de 500 aracı tahrip etmiş, 25 binayı ateşe vermişler.

Daha Adnan Hoca yorum yapmadan diğer mankenler cevabı yapıştırıyor:

- Maşallah, maşallah...

Yani lehte ya da aleyhte ne konuşulursa konuşulsun tek cevap:

- İnşallah!

- Gökten taş yağacakmış...

- İnşallah, inşallah...

Bu manken hanımlarımız bir açıklama yapıyorlar:

- Hocam Çorum şehrinde hanım kardeşlerimiz şehrin meydanında 250 adet kitap dağıtmışlar. Ve orada bu dağıtımı yapan hanımların toplu bir resmi gösteriliyor Adnan Hoca’ya. Kamera fotoğrafa odaklanıyor. 6-7 kadar başörtülü hanım beliriyor. Adnan Hoca, her zaman “İslâm’da başörtüsü yoktur, ancak cinsel taciz ihtimali varsa, kadınların örtünmesinin istendiğini” söylediği için, biz de o fotoğrafta bakıp:

- Demek ki Çorum’da böyle bir risk var ki, kardeşlerimiz örtünmüşler, deyiveriyoruz, vakta ki zaman geçiyor ve Adnan Hoca kendi kanalında bizi yine şaşırtmaya imza atacak ve 2-3 yıldır artık ekrana çıkarmadığı çarşaflı ve başörtülü üyelerini tekrar ekrana taşıyacaktır.

Tuhaf bir tablo karşımızda durmaktadır. Bir yanda iç çamaşırı defilesinin mankenleri, diğer yanda da sanki onları doğru yola çağırmak için Fatih Çarşamba’dan gelmiş çarşaflı tebliğciler! Tek fazlalıkları ise bir Tekbir Giyim defilesinden makyaj yaparak gelmiş hissini vermeleri, alımlı ve gösterişliler. Adnan Hoca’nın yorumuna göre bir yerde kadınlara taciz ihtimali varsa, ancak o zaman örtünme emri verilmiş kadınlara ki, kendilerini erkeklerin düşmanca nazarlarından korusunlar. O zaman bu çarşaflı ve başörtülü hanım kardeşlerimiz bize Adnan Hoca’nın bu ilginç tesettür yorumunu hatırlatıyor. Demek ki bu hanım kardeşlerimiz program bitiminde evlerine giderken tehlikeli yollardan geçeceklerdi, o yüzden örtünmüşlerdi (!).

Adnan Hoca, ilk çıkışında tüm medyanın gündeminde idi, sayısız kere gazete manşeti oldu, Türkiye onu konuştu. Bugün ne hikmettir bilinmez “33 dereceli mason oldum” dedi gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medyada “tık” yok. İç çamaşırı defilesinden koşup gelmiş mankenleri ekrana çıkarıyor “tık” yok. Yahu, Adnan Hoca, kalkıp “Atatürk’ün ruhu bende tecessüm etti” diye ortaya çıksa yine medyada “tık” olmayacak. Medyanın hocaya olan ilgisizliğine çıldırmamak elde değil, artık “ciddiye mi almıyorlar acaba?” demekten kendimi alamıyorum. Oysa Adnan Hoca, her zamankinden daha fazla malzeme veriyor medyaya. En son adının Tevrat’ta 10 değişik yerde geçtiğini söyleyecek ve yine de ciddiye alınmayacaktır. Sen kalk medya olarak 3 maymunu oyna, “Duymadım, görmedim, bilmiyorum!”

Düşünün Adnan Hoca’nın yanında artık “Kediciklerim, siz ne sevimlisiniz” dediği dekolte kıyafetli kadrolu mankenleri var ve de Adnan Hoca riyasetinde dini konularda yorumlar yapıyorlar. Her biri dinî vukufiyete sahipler ve sorulara münasip fetvalar veriyorlar. Adnan Hoca da aynı fetvaları vermekte onlarla yarışıyor. Mesela AK Parti genel başkan yardımcısı Hüseyin Çelik, atv’nin bir sunucusu ile ilgili olarak “Bu kadar dekolteyi uygun bulmuyorum” demiş ve kanal da o sunucunun görevine son vermiş. Adnan Hoca, Hüseyin Çelik’in ağzına acı biber sürmüştü kendince:

- Bakın Hüseyin Çelik’i çok severim, ama olmuyor Hüseyin hoca, hani başkalarının giyim kuşamına karışmayacaktır. İsteyen istediği gibi giyinmeli. Bir kadın güzelse ve kaliteli bir ortam varsa, pekala bunu gösterebilir, bu onun tercihidir, karışamayız. İsteyen mayo, isteyen bikini ya da dekolte giyinir. İsteyen rakısını içer, Hüseyin Hoca bu beyanatını düzelt!

Siz zannedersiniz Cumhuriyet gazetesinin bir yazarı konuşuyor. Adnan Hoca, program sırasında arada sırada cuş-u huruşa gelip müzikle coşuyor, ince figürlerle de bunları süslüyor. Arada sırada da ekrana Mustafa Sungur ve Kıbrıslı Şeyh Nazım’ın görüntüleri de giriyor ve Adnan Hoca, onları “şeyhim” diye lanse ediyor, çeşitli hediyeler gönderdiğini ima ediyor. Meselâ onlara kıymetli tesbihler göndermiş. Bence anlamlı hediye tesbih. Sürekli müritlerindeki bu hızlı değişime bakıp “La havle” çekmeleri için yüzlerce tesbihe ihtiyaçları olabilir.

Velhasılı ben bu işin içinden bir türlü çıkamadım. Adnan Hoca kördüğüm oldu, çözebilene aşk olsun. Anlaşılan o ki, her şeye rağmen Adnan Hoca, her geçen gün bizleri şaşırtmaya devam edecek. Bir gün de kalkıp diyebilir ki, “Aslında Adnan Hoca diye birisi de yok. Ben gayb âleminden gönderilmiş bir ademim; belki de uzaylıyım!”

Ezcümle Adnan Hoca, o kadar orijinal bir kişiliğe ve kimliğe sahip ki, eminim arasanız değil dünyada, uzayda bile benzerini bulamazsınız.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi