Zikir ve dua ile dirilmek
Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla. Efendimiz (s); “Bismillâhirrahmânirrahîm” ile başlanmayan her işin bereketsiz olduğunu beyan eder (Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr). Öyleyse her hayırlı işin başı besmele olmalıdır.
Geçen yazımızda “Beni zikredin ki, Ben de sizi zikredeyim; Bana şükredin ve Bana nankörlük etmeyin!” (Bakara/152) âyetinden hareketle, zikrimizi ve şükrümüzü çoğaltma zaruretine değinmiştik.
Zikir elbette dil, kalp ve amelle yapılır ve zikrin bu üç şekli birbirinden koparılamaz. Zikrin düşünce ve eyleme dönüşmesi için ilk adım ise elbette dildir. Kalbe ve amele dönüşmeyen zikir ise anlamsızdır.
Söze, yazıya, işe, aşa zikirle başlamamak, Allah’ı unutmaktır. Allah’ı unutmak ise “unutulmak”tır. Efendimiz; “Allah’ı zikretmeksizin çok konuşmak kalbikatılaştırır. Katı kalpli olanlar ise Allah’tan en uzak kimseler.” (Tirmizî, Zühd 62) buyurur. Yine Peygamberimiz (s) “Rabbini zikredenle etmeyenin farkı, diri ile ölünün farkı gibidir.” (Buhârî, Daavât 66) der. Yani Rabbini zikreden dil-kalp diri; unutan ise ölüdür.
O halde; her işe besmele ile başlamalı; zikri, tesbihi, şükrü/hamdi de en güzel şekilde yapmalıyız. Ve her konuda olduğu gibi, bu konuda da Allah’tan yardım dilemeli; “Allahım, Seni anmak, Sana şükretmek, Sana güzelce kulluk etmekte bana yardım et.” (Ebu Dâvûd, Salât, 361) diye dua etmeliyiz.
Yunus/10. âyette beyan edildiği üzere, yakarışımız: “Sübhaneke Allahümme” (Ey Allah’ım! Seni tesbih ve tehzih ederiz), esenlik dileğimiz: “Selâm” (Selâmette olunuz!), dualarımızın sonu da: “El-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn” (Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur) demek olmalıdır.
Peygamberimizin (s) beyanına göre de; “En faziletli zikir; ‘Lâ ilâhe illallah’ demek; En fazîletli dua ise, ‘El-hamdülillâh’ demektir.” (Tirmizî, Daavât, 9) Yine Efendimiz (s); “Allah’ın en çok hoşlandığı söz: ‘Sübhanallahi ve bi-hamdihi’ (Allah’ı, hamd ile tesbih ederim) demektir’ buyurmuştur.” (Müslim, Zikr 84)
Bu konularda duyarsızlaşmaktan da Allah’a sığınmalıyız: “Allah’ım! Huşû duymayan kalpten, kabul olmayan duadan, doymayan nefisten ve fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım.” (Tirmizî, Daavât, 69)
Efendimizin ikaz ettiği gibi, dünyaya gönül vermemeliyiz: “Benden sonra size dünya nimetlerinin ve ziynetlerinin açılmasından ve onlara gönlünüzü kaptırmanızdan korkuyorum.” (Riyazü’s Salihin, No:459)
Bu bağlamda Efendimiz (s), “Ümmetim beş şeyi sevecek, beş şeyi unutacak” buyurur ki, bunların hepsi, dünyevileşmenin sonuçlarıdır: “Dünyayı sevip âhireti unutacak, hayatı sevip ölümü unutacak, evleri sevip kabirleri unutacak, serveti sevip hesâbı unutacak, halkı sevip Hâlık’ı unutacak”(Münebbihât).
Hint filozofu Beydebâ der ki: “Dünyayı seven deniz suyu içen gibidir; içtikçe susuzluğu artar. Dünya ehlinin dünyalığı arttıkça hırs ve açgözlülük ağzı açılır; ‘yok mu daha?’ der.” Özellikle bu çağın insanı ve yazık ki Müslümanları da deniz suyu içmiş gibidir. Hatta yaşı ilerledikçe hırsı da artmaktadır: “İnsanoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: Mala karşı hırs ve hayata karşı hırs.” (Buhari, Rikak 5)
Dünyaya gönül bağlamanın ilk yansıması ise yeme-içme konusunda olmaktadır: “Oburluktan sakınınız. O, dininizi ifsad eder, cisminizi hastalandırır, ibadetlerinizde tembelleştirir.” (Kenzü’l-Ummal 41713) “Dünyada karnını iyice, tıka basa dolduranlar ahirette en çok açlık çekeceklerdir.” (İbn Mâce) “Canının çektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şüphesiz isrâftır.” (İbn-i Mâce, Et’ime)
Denilebilir ki; insanın canının çektiğini yemesi gibi ‘basit’ bir tutum neden önemlidir? Enes b. Mâlik (r.a) şöyle der: “Siz gözünüzde kıldan daha küçük ve önemsiz görünen bazı işler yapıyorsunuz ki; biz bu tür işleri, Hz. Peygamber (s) zamanında büyük günahlardan sayardık.”(Buharî, Rikâk 32; Tirmizi, Fiten 9)
Kur’an-ı Kerim (bk.Sebe’/50), sapanın kendi aleyhine sapacağını, doğru yolu bulanın da vahyî gerçeklik sayesinde hidayete ermiş olacağını beyan eder. Efendimiz de; “Kur’an okumaya devam ediniz. Çünkü o Kıyamet Günü’nde okuyup gereğini yapanlara şefaatçi olacaktır” der. (Müslim, Misafirin 252)
Şefaatini umduğumuz Kur’ân: “Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” der (Furkân 25/77).
O halde, gelin yürekten dua edelim: “Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra, kalplerimizi kaydırma. Bize katından rahmet ver, şüphesiz sen bağışı çok olansın.” (Âl-i İmran 3/8)
“Ey kalpleri evirip-çeviren Allah! Kalbimi Din’in üzre sabit kıl!” (Tirmizî, Kader 7, Daavât 90, 124)
“Ey kalpleri döndüren Allah! Kalplerimizi Sana itaate döndür.” (Müslim, Kader 17)
“Allah’ım, beni bağışla, bana merhamet et, hidayet et, âfiyet ve hayırlı rızık ver.” (Müslim, Zikir 35)
“Allah’ım, beni iyilik yaptıklarında sevinen, günah işlediklerinde de mağfiret dileyenlerden eyle.” (Müslim, Salât 105)
“Rabbenâ taqabbel minnâ inneke ente’s-Semîu’l-Alîm: Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin.” (Bakara/127) Âmin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.