İki tarafın da müttefik partneri eski Türkiyeci
11 Ağustos 2013 Tarihli “Ergenekon suçlularına ne yapmalı?” başlıklı yazımda şunları yazmıştım: “10 yıldan beri yapılan seçimler, Türkiye’nin normalleşmesine karşı çıkan çevreler için mutsuzluktan başka bir şey getirmedi. Demokrasiyi ileri seviyeye taşıyan, özgürlük alanlarını genişleten; yol, baraj, fabrika, okul yapan bir iktidar onlar için tehdit unsuruydu. Hele de bu hizmetler İslamcı bir parti tarafından gerçekleştiriliyorsa, hiç zaman kaybetmeden darbeyle devrilmeliydi. Çok planlar yapıldı ama hiçbirisi tutmadı.
Darbe ve muhtıra dönemi kapanmalıydı. Bunun için Ergenekon ve Balyoz davaları başladı. Bayram arifesinde sonuçlanan dava neticesinde birçoğu müebbet hapse mahkûm olan darbecileri kurtarmak için çatlak sesler duyulmaya başlandı bile. Bunların ilk katarını eski darbeci Hasan Cemal çekmektedir. “Kimse kızmasın ama kendimi yazdım”dan esintiler sunarak, darbecilerin affedilmesi gerektiğine vurgu yapan eski tüfek darbeciyi Ceza Hukuku Uzmanı Prof. Sami Selçuk izledi. İlginç bir metaforla, insan aklının, milyon sayfayı bulan dava dosyasını çözecek kapasitede olmadığını ya da davanın bir karmaşa boyutuna taşındığını vurgulayan Selçuk’a göre de tek çözüm af.
Darbecilerin ıslah olduklarına, dolayısıyla affedilirlerse bir daha asla bu yola başvurmayacaklarına bizi inandırmaya çalışan bu kalemşorlar ne yapmaya çalışıyor acaba? Darbeciler suçsuz ise niye yargılandı ve bu kadar süre içeride yattılar? Eğer suçlularsa neden affedilmelidirler? Oral Çalışlar’ın da belirttiği gibi; askeri darbenin koşulları büyük ölçüde ortadan kalktı. Ama “Bu ülkeyi yalnızca biz yönetebiliriz” fikir ve iddiası, bir kesim içinde sürüyor. Ergenekon davası, işte bu anlayış tarafından başvurulan ‘gayri meşru icraat’ın, yargı önünde hesabının sorulmasını hedefliyor. 10 yıl önce, böyle bir davanın açılabileceğinden söz etmek bile ‘hayalcilik’ olarak algılanırdı herhalde. Son açıklanan kararla birlikte, bir kesim içindeki ‘psikolojik travma’ yeniden belirginleşti. Bir eski Genelkurmay Başkanı’nın ömür boyu hapse mahkûm edilmesinin yol açtığı itirazlar, giderek derinleşmekte olan ‘genel hayal kırıklığıyla beslenerek yaygınlaşıyor. Bu kesimin şu günlerde içinden geçmekte olduğu psikolojik karmaşayı, belki ilerleyen yıllarda daha iyi analiz edebileceğiz. Savunma hakkına yönelik kısıtlamaları, kişisel mağduriyetleri, intikamcı dili, hukuk dışı yöntemleri eleştirdik. Eleştirmeyi sürdürmek zorundayız. Ama insaf edelim, Ergenekon bir ‘hayal ürünü’ müdür?
Türkiye çok yakın bir tarihte ciddi bir iç çatışma döneminden geçmedi mi? Bu ülkenin önde gelen aydınları, devlet içindeki bu ve benzeri güçlerin tertipleriyle öldürülmedi mi? Yarın ellerine imkan geçse aynısını yapmaya yeniden kalkmazlar mı?”
Bendeniz darbecilerin bileğinin masada bükülü olarak beklediği kanaatindeyim. Onların ıslah olacağına ve demokrasiye balans ayarı vermekten vaz geçeceklerine inanmıyorum. Samimi olarak sorun bakalım; darbeciler, darbeci kimlikleriyle yüzleşmek istiyorlar mı? Hangi güç İlker Başbuğ’a darbeye teşebbüs ettiğini ve bir darbeci paşası olduğunu kabul ettirebilir? Evren’e söyletebilir misiniz darbeci olduğunu? Kamu önünde darbeci olduklarını ve bundan dolayı pişmanlık duyduğunu söyleyebilecek kaç babayiğit asker vardır? Pişmanlık duyduklarını ve bir darbeci olduklarını beyan etmeyeceklerse niçin af çıkarılsın? Hukukun amacı adaleti sağlamaktır. Adalet sağlanırken de sadece hukuki normlara bakılmaz. Toplumsal adaleti gözeterek ahlaki ve felsefi haklılık aranmalıdır. İttihat ve Terakki’den beri devam ede gelen darbecilik hastalığı Ak Parti iktidarıyla boyunduruğundan yakalanmışken affa gidilmesi, iktidarın kendi ayağına ve toplumsal huzura kurşun sıkması anlamına gelmektedir.”
Paralel ve derin yapıyı çözmek adına tutukluluk süresini 5 yıla indirmek ve Özel Yetkili Mahkemeleri kaldırmak, önemli ve yerinde bir karar olmakla birlikte, Ergenekon sanıklarının neredeyse tümünün dışarı salıverilmesi, üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir husustur. “Kınından çıkmış kılıç gibiyim” diyen Doğu Perinçek ve darbe palancısı askerlerin tahliyesi, cemaata bir misilleme gibi algılanmıştır. Bana göre iki taraf da yanlış yapmakta ve kendi ayağına sıkmaktadır. Ak Parti’nin müttefiki darbeci askerler ve MİT olamaz. Her iki kurum da Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü seviyesinde olup icra edeceği görevler yasa ile belirlenmiştir. İktidar, gücünü milletten ve adaletten alır. Sandıktan başka çözüm yolu arayanlara şunu söylemek gerekir: Meşru bir iktidarı sandık dışı gayr-i meşru yöntemlerle devirmeye çalışırsanız, gün olur sizi de aynı yöntemle vururlar. Milletin seçtiğini gönderecek olan ancak yine millettir. Dolayısıyla Ak Parti’nin cemaatin kolluk güçlerine karşı silahlı güç kartını öne sürmesi yersizdir, ateşle oynamaktır. Paralel yapı adıyla meşhur olan sosyal cemaat hareketi de CHP ile ittifak yapmış gözüküyor. Vesayetçi sisteme karşı olan ve bu uğurda iktidarla birlikte hareket eden cemaat, nedense 17 Aralık operasyonundan sonra hem üslubunu siyasileştirdi ve hem de eski Türkiye sevdalısı bir partiyle ittifak yaparak kendi kendisini deşifre etti. İki yanlış bir doğru etmez. Eğrinin gölgesi de eğri olur. İki tarafta da bir fay hattı oluştu. Allah sonumuzu hayreyliye..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.