Güç karşısında imanlarından vazgeçenler...
İman, asil ve esaslı olmayı gerektirir. İmanın esasları bütün zaman ve zeminlerde sabit olan esaslardır. İman tebdil ve tağyiri kaldırmaz. İman mevsimlik olmaz. İman sahibi olanın imanı için, ehl-i iman için yaptığı ve yapacağı hiçbir fedakârlığı kaybetme cümlesinden sayılmaz. İman, kaybetme endişesinden kurtulmaktır. Kaybetme endişesini taşıyanlar, gücü, kuvveti gördüklerinde dinlerini, imanlarını değiştirme konusunda tereddüt göstermezler. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. Ama bir gerçek var ki; Hak ve Hakikat uğrunda mücadele edenlerin kaybedeceği bir şeyleri yoktur. Zaten kaybettiklerini kazanmak için mücadele etmektedirler. Kayıpları kazanamasalar bile en azından insanlık onurlarını kurtarmış, Allah’ın rızasını kazanmış olurlar. Allah rızasını kazanmış olmak, Allah nezdindeki fatihlerden olmaktır.
İslâm’ın nazarında insan olmanın ve insan kalmanın yolu, zor ve kor zamanlarda hak’tan ve hukuktan vazgeçmemektir. İnsan, hak ve hukuktan yana olduğu, hak ve hukuka bağlı ve bağımlı yaşadığı müddetçe insandır. Hakikatin nazarında insan olma hakkını kaybedenler, kor ve zor zamanlarda hak ve hukukun takipçiliğinden vazgeçenlerdir.
Halkların acıları üzerinden saltanat sürdürenler, sahte ilahlık davasını güdenlerdir. Kur’an-ı Kerim’de firavun; ailesi, avanesi ve askerleriyle birlikte zikredilmektedir. Firavunun gücü ferdi değil, ekibiyle birlikte oluşan güçtür. Kendisi askeri gücü, Kârun Sermaye gücünü, Hâman ise bürokratik gücü, Bel’am dini gücü, Samiri de teknolojik gücü temsil ediyordu. Genellikle Firavunî iktidar bu beş güçten oluşmaktadır. Firavun, elde ettiği gücü devam ettirebilmek için halkını güçsüzleştirme, şahsiyetsizleştirme siyaseti gütmüş, rakip bir gücün oluşmasına fırsat vermemek için her alanda diktatörce davranmıştır. Rabbimiz buyuruyor: “Gerçekten firavun o ülkede büyüklük tasladı ve ora halkını guruplara ayırdı. Onlardan bir gurubu zayıflatıp eziyordu.” (Kasas Sûresi/ 4) Bu âyetin ışığında deriz ki; bir Firavunluk sanatı olan politika ve politikanın beraberinde getirdiği seçim sandıkları, halkı kimlikten ve kişilikten eden tuzaklardır. Siyaset-i şeriyyeyi bırakıp politikaya sarılanlar, Firavunların tuzaklarından kurtulamazlar. Tarihen sabittir ki; baskı neticesinde kimlik ve kişiliklerini yitiren halk da şuursuzca Firavun’a itaat etmiş ve Âl-i Firavun’a bağlı ve bağımlı yaşamıştır. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir. “Firavun kavmini küçük düşürdü, onlar da kendisine boğun eğdiler. Zira yoldan çıkmış bir toplum idiler.” (Zuhruf Sûresi/ 54) Halkı hiçe sayan firavunlar, hakkı da hiçe sayarlar, ortakları, iş birlikçileri, çevresindeki yalaka, menfaatçi dalkavuklarla bir oligarşi kurar, dürüst ve faziletli kimseleri susturur, baskı altında kişiliklerini yitiren halk da sürünün çobana uyduğu gibi mevcut rejime boğun eğer, boyun eğmeyen ise bertaraf edilir. Böyle toplumların kaderi hürriyetsiz, adaletsiz ve onursuz yaşamaktır. Zaten baskı rejimleri aptallaşmış, kişilikleri ve kimliklerini yitirmiş sünepe toplumlarda hüküm ferma olurlar. Bir kişi çevresindekilere; “İsabetli görüş benim görüşümdür. Sizin düşünmenize gerek yok, düşünseniz bile benim düşüncelerime aykırı fikir beyan edemezsiniz, doğru yol benim gösterdiğim yoldur. Size sadece bana itaat etmek düşer” diyorsa, Firavunluğunu ilan ediyor demektir. Kul kaynaklı rejimlerde söz milletin değil, cuntaların, diktatörlerin, yargıçların, kralların ve kodamanlarındır. Sermaye, askeri ve sivil oligarşinin bekçiliğini yapan yargı vesayeti şahısların fikir ve inançlarına bile müdahale eder, farklı fikir ve inançlara müsaade etmez. Resmi ideolojiyi ortaya koyan ideolog denilen Firavun’a göre düşünmeyi ve hareket etmeyi şart koşar. Rabbimiz buyuruyor: “Firavun: ‘Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyor ve sizi ancak doğru yola götürüyorum’ dedi.” (Mümin Sûresi/ 29)
Millet ne derse desin bizim dediğimiz olacak diyen yargı vesayetini ortadan kaldırmak için seferber olmak, “ben insanım” diyen herkesin görevidir. Türkiye’de unvanı profesör olan ve kanun metinlerini hazırlamakla meşgul olan bir siyasi “Biz istedik ki ülkemizin insanı Hans’a gitmesin de Haşim’e gitsin. Ama bu da olmadı.” Şimdi bu siyasiye ve onun etrafındakilere soruyorum; neden ülkenizin insanlarını Hans ile Haşim arasında bir hayat yaşamaya mahkûm ediyorsunuz? Hans’a da gitmeyin, Haşim’e de gitmeyin. Kur’ân’a gidin. Doğru adres, dünya ve ahiret saadetini garantileyen ders Kur’ân değil mi? Yargıçların ilah gibi davrandıkları bir ülkede kurtuluş diye rağbet edilen kul kaynaklı kanunlar, mazlumlara sıkılmış kurşunlardır. Kendilerini hakkın ve hukukun yegâne kaynağı gibi gören keyfî, küfrî ve cebrî yargıçların karşısında iradenizi beyan etmezseniz, hürriyetinizi savunmaz ve muhafaza etmezseniz, kölelerin, esirlerin sayılarını çoğaltmış olursunuz. Kendi ülkelerindeki firavunların sayılarını çoğaltanlar, güç karşısında imanlarından vazgeçenlerdir. İmandan vazgeçmemek, firavunlara geçit vermemek demektir. İman, firavunluğa indirilen en büyük darbedir. Müslüman oldukları halde güç karşısında imanlarını değiştirenler, Firavunların sermayelerinden sayılırlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.