‘Harâmîler Çetesi’ metodu bu değilse, nedir?
‘Sen Ergenekon’da yok musun?’ diye soran bir kardeşe, ‘Olmaz olur muyum, her tarafımız Ergenekon dolu..’ diyebildim..
çünkü, insanlar bu işin sonunda kimin, nerede, nasıl çıkacağının şaşkınlığındalar..
öyle yaygın bir çeteleşme ki, her taşın altında onlar, nerdeyse.. Bir gölge devlet gibi..
Dün, ‘Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşîretten!’ derken, bugün tersini söyleyebiliriz.
Bu durumun en kötü tarafı, insan ilişkilerini zehirlemesi ve herkesin herkese şüphe ile bakacak hale gelmesi.. Eskiden, komünist ülkeler anlatırlarken, ‘Baba-oğul bile birbirine güvenemez, birisi diğerini ‘gizli polis’e şikâyet edebilir.’ derlerdi..
Şimdi kapitalist dünyanın da aynı noktada olduğu görüldü..
George Orwell, ‘Big Brother Seni Gözetliyor’ isimli ve 60 yıl öncelerde yazdığı eserinde, ‘geleceğin devletinin herkesi gözetleyeceği’ni ileri sürdüğünde, niceleri, bunu yazarın, hayal gücünün zenginliğine vermişti.. Herkesin bir numarası olacaktı.. Her insanın hayatına dair bütün bilgiler o numaraya basılınca bir bilgisayardan, ‘Big Brother/Büyük Birader’in, Yönetici Şef’in önüne geliverecekti.. Orwell bu hayalini 1948’de yazmış, ama, bunun ancak 1984’lerde olabileceğini öngörmüştü.. O öngörüler aşağı-yukarı çıktı..
Bugün, herkesin rahatlıkla dinlenebildiği bir dünya..
O halde, hele de biz müslümanlar bugün, söz ve davranışlarının, her an, her yerde gözetlenip kaydedileceği teyakkuzu içinde hareket etmeli ve birtakım isnad veya iddialar ileri sürüldüğü zaman‚ onlara bize aid ise, kurnazlıklara, yalanlamalara tevessül etmeden, ‘Evet, o bizim görüşümüz ve tabiî halimizdir, biz öyle düşünür, öyle söyler ve davranırız.’ diyebilmeli ve hattâ hatırlayamadığımız durumlarda bile, ‘Hatırlamasam bile, o benim söyleyebileceğim bir söz, veya yapabileceğim bir davranış şeklidir veya değildir..’ diye kesin konuşabilmeliyiz..
Geçen gün, sosyoloji doktoru bir dostla (Dr. Yavuzcan’la) sohbet ediyorduk. ‘Bu ‘Ergenekon İddianâmesi’nde yer alan bilgi ve belgelerin benzerleri, geçmişte müslümanlar hakkında da hazırlanıyordu.. O zaman bunları temelde şüphe ile reddediyorduk.. Bunların çoğu da, daha sonra karşımıza hukuken geçersiz belgeler halinde çıkıyordu.. Şimdi ise, sanki bu iddialar bütünüyle doğru imiş gibi hareket ediyoruz, bunda bir yanlışlık yok mu?’ dedi..
Haklıydı.. Esasen, bu hususta bu satırların sahibine de ‘Ergenekon’a az değiniyorsun, onu ciddîye almıyor musun?’ gibi târizler yapılıyordu da, bu temkinli yaklaşımımı izah bâbında, birkaç kez, ‘Biz geçmişte ne iddianâmeler gördük..’ diye yazmak zorunda kalmıştım..
Kaldı ki, bu iddianâmeler, mahkemelerce doğru kabul edildiğinde bile, o mahkemelerin hükmünün kesin doğru imiş gibi kabul edilip edilmeyeceği ayrı bir konu..
çünkü, bizler, (İstiklal Mahkemeleri’nden Yassıada’lara ve ‘Asmayalım da besleyelim mi?’ diyen Gen. Evren’lerin beyanlarına ve ‘28 Şubat’ günlerinin medyatik yargı ve infazlarına ve çevik Bir’lerin yazdırttığı düzmece itiraflara dayalı suçlamalara dayanarak yargılama yapanların, ‘N’apalım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor..’ diyerek, adâlet adına nasıl hükümler inşa ettiklerini asla unutamadığımızdan) adâlet adına oluşturulan nice zulüm ve cinayet hükümlerinin hangi fitne merkezlerinde nasıl kotarıldığını ve ortaya çıkan tablonun, suratına yoğurt çanağı fırlatılan çoban gibi, yargı kurumunun ‘yüzakı’ olduğunu da biliyoruz.
* ŞİMDİ, ‘DERİN DEVLET’İN CENAHLARI ARASINDA BİR çATIŞMA SöZKONUSU..
Ancaak, şimdi ortada farklı bir durumun olduğunu da gözardı etmemeliyiz. O da şu:
Şimdi ortaya çıkan tabloda, ‘kemalist/laik’ rejimin en has bekçilerinin kendileri olduğunu ileri süren cenahlar arası bir metod ihtilafından kaynaklanan bir, ‘gizli iktidarı ele geçirme savaşı’ yaşanıyor..
Ve mevcud belgelerin çoğu, resmî.. Uyduruk olması, neredeyse imkansız.. çünkü, teknolojik bulgulara dayandırılıyor.. Hele, bu ‘İddianâme’de büyük bir yer tutan bilgisayar kayıt ve yazışmaları veya mahkeme izniyle yapılmış teknik dinlemelerde ele geçirilmiş beyanlar.. En âdi küfürlere varıncaya kadar.. Ve bunların ses kayıtları mahkemede.. Bunların, ne zaman, kimler arasında yapıldığı, teknolojinin dakik imkanlarıyla en ince teferruatına varıncaya kadar kayıtlı.. Hattâ bazen, konuyla ilgisiz gibi gözüken çok özel/şahsî konuşma ve bilgiler bile..
Buna rağmen, ‘Ergenekon İddianâmesi’nde ortaya konan belgeler adı üstünde bir ‘iddia’..
Bunların hukuken geçerli sayılıp sayılmayacağı veya mahkemece kabul edilip edilmeyeceği ayrı bir konu.. Ve bu konuşma veya yazışmaları yapanlar da bunları reddetmeyip, onları günlük konuşmalar içindeki şakalar olarak niteliyorlar..
Yani, şakayla darbeler bile yapıyorlar, bombalamalar, cumhurbaşkanı seçimleri..
Bakınız, 2007 Baharı’nda yaşanan Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi sonrasındaki 22 Temmuz seçimleri sonrasında da nasıl devam ettirilmek istenmiş.. (Bir em. generalin oğlu olduğu bildirilen) Behiç Gürcihan ile Fatma Sibel Yüksek isimli ve ‘Ergenekon Dosyası’ ile ilgili olarak ikisi de tutuklu bulunan iki gazeteci arasındaki telefon görüşmesinden birkaç cümle:
B. Gürcihan: (…) Kapatma davası açsalardı, yüzde 50’yi geçerlerdi, hiç merak etme..
F. S. Yüksek: İyi de yani, sonunu getir bari, bir şeyin yavv.. Muhtıra verdin, bir de kapatma dâvası yakışırdı.. Yeniden parti kuracaklara da yasak getireceksin, bir sürü kişiye.. (…).
B. G: Tek umudumuz 367’yi buldurmamak.. Başka yolu yok bu işin.. (…)
F.S.Y: Hâlâ buradayım. MHP’lileri şeye (Meclis’e) girmekten vazgeçirtmeye çalışıyoruz. (…)
B.G: Tehdid etmeyin insanları, yaa.. 28 Şubatçılık oynamayın..
F. S. Y: Yav, adamına göre lâzım, yani.. Vallaa, 28 Şubat, 28 Mart, ne bulursak sarılacağız..
B.G: Vallaa, ondan sonra, yüzde 57 ile gelecekler, ben sana söyleyeyim..
F.S.Y: Yavv, seçim yaptırmayacağız canım, bir süre.. (…) Köşk’ü teslim edemeyiz ya..
B.G: Her şeyi teslim ettik, onu mu edemeyeceğiz? (…) Her şeyi geri alalım, Köşk’ü verelim, onun pazarlığını yapın..
F.S.Y: öyle mi?(…) Onu oraya hapsedelim diyorsun. (…) Muhafız Alayı’nı da dikelim başlarına.. (…) İşler dolaşınca, bir 28 Şubat icad ederiz..’
Bütün bunlar hep şaka ise.. Şimdi de içerde, şakacıktan tutuluyorlardır, öyleyse!!..
Daha da ilginci, Tayyîb Erdoğan’ın baba adının Mûsâ olmasından hareketle, onun yahudi olduğuna hükmeden ve bu konuda ‘Musa’nın Gülleri’ adında kitab bile yazabilen ‘hödük’lerin yaptıkları istihbarat hizmetine karşılık JİTEM’den para aldığının belgeleri bile, bu iddianâmede yerini almış bulunuyor..
Evet, düşmanlarımıza bile, -hele de adâlet adına- zulüm yapılmasını asla isteyemeyiz, ama, bu kadar dakik belgelere, bilgilere de şübhe ile bakmak, bizim işimiz mi Allah aşkına?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.