Benazir Butto veya Ammar'ın hikayesi

Benazir Butto veya Ammar'ın hikayesi

Benazir Butto'nun öldürülüşü, ortalığı da kafaları da bir hayli karıştırdı. Kurşunla mı öldürüldü, bombayla mı öldürüldü, kafasını çarparak mı? İslâmcılar mı öldürdü, cuntacı Müşerref mi öldürdü, Amerika mı? Her gün yeni bir spekülasyon yapılıyor, her gün yeni bir komplo teorisi ortaya atılıyor.

Hatta, Nazlı Hanım gibi sağduyusuyla tanınmış bir kalem bile, durumun vehametinden ürkerek, "Keşke Pakistan, Hindistan'dan ayrılmasaydı, bağımsız bir devlet olmasaydı" mânâsına gelen bir yazı yazdı. Dahası, Pakistan'ın bağımsız olduğuna da inanmayarak, "Türkiye antiemperyalist bir mücadele ile kuruldu, Pakistan ise emperyalizmin kuklası olarak" dedi.

Hayır! Bu kanaate tabii ki katılmak mümkün değil. Türkiye ne kadar antiemperyalist bir mücadele ile kurulduysa, Pakistan da o kadar antiemperyalist bir mücadele ile kuruldu elbette; verdiği bir mücadele sonunda bir bağımsızlık antlaşması yaptı ve beynelmilel alanda tanınmış oldu. Bugün de Amerika, herhangi bir Müslüman ülkeden daha fazla içinde değil Pakistan'ın. Nazlı Hanım herhalde, bazı "bağımsızlıkçı ve ayrılıkçı" kesimlere mesaj vermek istiyor. Ama Pakistan'ın kurucularına da fena halde haksızlık yapıyor.
Bununla beraber, Benazir Butto'nun kimin tarafından öldürüldüğünü anlamak pek kolay değil. Benazir Butto, laik değerleri temsil ediyordu. Ama İslâmcılara karşı taarruz halinde olan Müşerref'in de en büyük rakibiydi. Batı Butto'yu destekler gibi görünüyordu. Ama bunun, Kuzey Irak'taki bazı güçleri önce desteklemesi, sonra düşman ilân etmesi türü bir destek olup olmadığını da kimse temin edemiyor. Dolayısiyle Benazir Butto'yu herkes öldürmüş olabilir. Tıpkı, aşağıdaki hikâyede olduğu gibi...

BİR ZAMANLAR BASRA
Batı dillerinde "tarih" kelimesiyle "hikâye" kelimesi, aynı kavram altında topludur; veya "tarih" kavramıyla "hikâye" kavramı, aynı kelime altında... Bunun sebebi, Batılı anlamda tarih ilminin, eski Yunan'da hikâye tarzında kurulmasıdır. Bu ilmin kurucusu Herodot, çeşitli milletlerden temsilciler kabul eder ve onlardan dinlediği hikâyelerden bir tarih kaleme alırmış. Bu hikâyeler arasında doğru olanlar olduğu gibi, yalan olanlar da pek çokmuş. Ama bunları birbirinden ayırmak ona düşmezmiş.

İşte, şimdi anlatacağımız hikâye de, bunun gibi. Tarih kitaplarında değilse de, bazı fıkıh-hukuk kitaplarında yer alıyor. Merak eden, bakıp öğrenebilir.

Bir zamanlar Basra'da Ammar adında bir adam yaşardı. Bu adam zengin ve soylu takımındandı. Bağdad ile Basra arasında kervan işletir ve her iki şehrin ahalisi içinde de saygı görürdü. Hilesiz-hurdasız bir adamdı herhalde. Belki bir parça fazıldı da. Zira zaman zaman Halife Harun Reşid'in huzuruna çıkar, onunla sohbet devletine ererdi.

Ammar'ın Zeyd adında bir azadlısı vardı. Onu evladlığı kabul etmiş ve evladı gibi severdi. Onu evlendirmek sözkonusu olduğunda, istemeye kendisi gitmiş ve kendisi velilik etmiştir. Zeyd'i Basra eşrafından birinin kızıyla nikâhladılar. Ama Zeyd bu kadınla pek fazla geçinemedi. Yüksek tabakadan gelen kadın, giderek Zeyd'i beğenmemeye ve küçümsemeye başladı. Zeyd, sık sık maruz kaldığı bu aşağılayıcı muameleye bir müddet tahammül ettiyse de, sonunda dayanamadı, kadını boşamak zorunda kaldı.

Aradan belli bir müddet geçtikten sonra, bu kadını Ammar nikahına aldı. Ve ne olduysa da bundan sonra oldu. Bütün Basra depreme tutulmuş gibi sarsıldı. Birisi bu hadiseyi herkese duyurdu ve birdenbire herkes Ammar'ın düşmanı oldu. Vay efendim, bu kadında Ammar'ın zaten gözü varmış, ama kendine isteyememiş de, kölesine isteyerek, bunun yolunu yapmış... Vay efendim, törelere göre "evladlık" "evlad" sayılırmış, "evlad"ın boşandığı karısıyla nikâh düşer miymiş?.. Vay efendim, Ammar'ın bu nikahı yapmasındaki yegane maksadı, ahalinin huzurunu kaçırmak ve Halife'nin otoritesini bozmakmış...
Vay efendim, vay efendim!!!

AMMAR'IN öLüMü
Ammar şaşkınlık içinde suçlamalara cevap vermeye çalıştı. Kadında önceden gözü olamayacağını, şayet öyle olsa kadını Zeyd'e bizzat istemeyeceğini söylemek istedi; kimse dinlemedi. Şeriatın bazı töreleri kaldırdığını, evladlığı evlad saymadığını ve böyle bir nikâha cevaz verdiğini söylemek istedi; yine kimse dinlemedi. Halkın huzuruyla ve Halife Harun Reşid'in otoritesiyle bir problemi olmadığını isbatlamaya çalıştı; kulak bile asmadılar.

önce herkes Ammar ve hanımıyla selâmı sabahı kesti. Sonra Basra'nın neredeyse bütün kadınları ve erkekleri, onlar aleyhinde bir karalama kampanyasının nöbetine tutuldular. Gün geçmiyordu ki, haklarında yeni bir suçlama tedavüle girmesin, yok karısının kötü ahlakından yok Ammar'ın kötü niyetinden bahisle, Basra'yı çepeçevre dolaşmasın. Halktan bazısı, suçlamaların şiddetinin, isnad edilen suçun cezasından çok daha büyük olduğunu sezer gibi oluyor, ama bunun sebebini düşünüp tepki çekmektense, çoğunluğun görüşüne uyup rahat etmek yolunu yeğliyorlardı. Daha garibi, suçlamacıların bir kısmı, ne Ammar'ı, ne karısını hiç tanımadığı halde, her gün onlara sövüp saymaktan geri kalmıyor ve kendilerinin her başarısızlığından onları sorumlu tutuyorlardı.

Giderek Ammar, Basra'da sokağa çıkamaz hale geldi. Onunla her türlü ticaret ilişkisini kestiler; sorunca da böyle adamlarla alışverişten şeriatın Müslümanların men ettiğini, şeriata karşı gelen olursa da, belâsını bulacağını söylediler. İş, uluorta söğmelere, yer yer itip kakmalara, malını yağmalamalara kadar vardı. Derhal pılını pırtısını toplayıp Basra'yı terk etmediği takdirde, malı olduğu gibi, canının da helâl sayılacağını bildirdiler. Ama hiç kimsenin aklına, Ammar'ın niçin mahkemeye verilmediği, niçin şeriat karşısında kendini aklamaya davet edilmediğini sormak gelmedi. çünkü mahkemede kendini aklayabilirdi ama, güruh karşısında asla!..

Sonunda bu olanların, Halife Harun Reşid'in kulağını gittiği söylenir. Halife Harun Reşid, uğradığı olanca hakaretlere rağmen doğup büyüdüğü şehri terk etmemekte ayak direyen Ammar'ın hikâyesini duyunca, adamlarına emir vermiş, gitsinler, Ammar'ın ve eşini Basra'dan alıp, saraya getirsinler. Zaten Ammar'ı tanıdığı ve sevdiği için, onun yanlış bir şey yapmayacağına çabuk inanmış. Ama halkın galeyanı önüne devlet gücüyle durmak istemeyerek, operasyonun gizlice yürütülmesini emretmiş. Oysa Halife Harun Reşid'in adamları Basra'ya varınca, birde ne görsünler? Şehrin dışındaki sahrada Ammar ve hanımının cansız yatan cesetleri ve onların başında gözyaşı döküp, "mersiye" okuyan zavallı Zeyd:
- Şu benim başıma gelen, benim ihtiyarım ve kararımdır. Efendimin başına gelense, Allah'ın dilemesi... Halk beni layığım olmayan birini istemekle suçlamaz da, Efendimi hakkını aramakla suçlarlar. Zira o hepsinden daha zengin ve Müminlerin Emiri'ne hepsinden daha yakındı...

BENAZİR'İN öLüMü
Benazir Butto'nun öldürülmesi karşısında bu hikâyeyi hatırlamakta, acaba çok mu haksısız? Hayır, Benazir'in çok masum olduğunu falan düşündüğümüzden değil. Asıl şu yüzden:
Ammar'ın suçlanmasının asıl sebebi, işlediği fiil değildi. Belki onun son derece masum gerekçeleri vardı, belki o kadar masum da değildi. Ama işlediği fiil bir suç değil, suçlanması için fırsat ve bahane idi. Zaten ona diş bileyen, belki ticarette onu kendine rakib gören, belki Halife ile yakınlığını çekemeyen bazıları, bu fiil vesilesiyle fırsat buldular ve o daha ne olduğunu bile anlamadan, işini bitiriverdiler.
İşte Benazir'in hikâyesi de buna benziyor biraz. Kim ve neden etti bilinmez ama, zaten diş bileyen ve fırsat kollayan birileri olduğu muhakkak...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi