Fazla paranız var mı?

Fazla paranız var mı?

Yazıya otururken İstanbul, bir yılbaşından arta kalmanın tenhalığı içindeydi.
Yollar… Caddeler…
Ve de kapalıydı her yan.
Bakkallar, marketler…
Siz bu yazıyı okurken uyuyan dev çoktan uyanmış olacak.
Hayat bütün telaşı ve gailesiyle yeniden çökecek şehrin üzerine.
Trafik tıkanacak, dükkanlar açılacak, koşuşturmalar kaldığı yerden devam edecek.
İyisi mi şehrin tenhalığını yaşarken, tenhada kalmış bir şeyleri yazalım bugün de.
Ve size güzel bir olay anlatalım.
Olayımız, bir çay bahçesinde cereyan ediyor.
Yörede herkesin meczup olarak gördüğü, yaşlı, hırpani kılıklı ihtiyar bir dilenci kadın, olayı bana anlatan arkadaşımın da içinde bulunduğu gruba yaklaşıyor ve dilencilik tarihinde post modern devrim sayılacak şu cümleleri sarfediyor:
“Fazla paranız var mı?”
Masadakiler tam bir şok yaşıyorlar tabii.
Böyle para istendiğini hiç duymamışlar çünkü.
Aslında onları şaşırtan sadece para isteme üslubundaki değişiklik de değil, “fazla para” kavramının bizzat kendisi.
Düşünün ki hayatında okul okumamış, hep sokaklarda yatıp kalkmış bir meczup kadın, değme okullarda ekonomi tahsil etmiş, Marks’ı, Keynes’i, Friedman’ı ezberlemiş, bilumum seküler ve aşkın kitapları hatmetmiş kişilerin aklına bile gelmeyecek evsafta soylu bir ekonomi felsefesi geliştirmiş ve bunu da iki cümleyle özetlemiş:
“Fazla para!”
“Şaşkınlığımız bunaydı” diyor arkadaş; “O masada oturan bizler, ‘fazla para’ diye bir kavram olabileceğini aklımızın ucundan bile geçirmezken, mahallenin delisi muamelesi yapılan bir kadın gayet doğal bir sesle paranın da fazlası olabileceğini haykırıyordu bize adeta.”
Hayatı boyunca paranın fazlası olamayacağına inanarak yaşamış insanların, bu derin felsefeyi bir anda algılayabilmeleri elbette mümkün değildi.
ömrün, eğlenmenin, üzülmenin, ağlamanın, yorulmanın, zamanın, okumanın, yazmanın, çocuğun, meyvenin, sebzenin kısacası her şeyin fazlası olabilirdi ama paranın fazlası olabilir miydi?
Hem atalarımız, “Fazla mal göz çıkarmaz” dememişler miydi?
Tabii aradaki ince farka dikkat etmek lazım; gündelik konuşmalarımızda fazla mal, fazla para gibi kavramlar, elbette mevcuttur ama bunlar daha ziyade niceliksel çokluğu ifade için kullanılırlar.
Oysa meczubumuzun “fazla paranız var mı” derken kastettiği fazlalık başka bir şey:
Onun, “işe yaramayan, boş duran, adı üstünde fazladan barındırılan, fuzuli ve yük sayılabilecek bir paraya” işaret ettiği gün gibi ortada.
Hatta “sarfedilmediği takdirde sahibine sorumluluk ve günah getiren bir para” bile olabilir.
Eğer paraya, sadece fazlalaştırılması gereken ve fazlalaştıkça doyumsuzluğu artıran bir faktör olarak iman etmişseniz, paranın “fazlasına” erişebilirsiniz ama asla “fazla paranız” olmaz.
Nitekim Karun kadar zengin adama bile “senin ne çok paran var” dediğinizde gururla gerinip kasılabilir ama “fazla paran var mı” dediğinizde “manyak mısın sen, paranın fazlası mı olur! Ne o öyle, sanki giyilmediği için çöpe atılacak gömlekten söz eder gibi paradan söz ediyorsun şapşal herif” cevabını alabilirsiniz.
Anlayın işte; adamın “parası fazla” ama “fazla parası” yok!
Nicelik olarak fazlalığa evet ama nitelik olarak ya da gereklilik anlamında fazlalığa hayır!
Şimdi daha iyi anladınız mı, meczup kadındaki bilgeliğin ihtişamını?
Evet, ben de o kadın gibi düşünüyorum:
İnsanların “fazla parası” olabilir.
Kendileri bunun farkında olmasalar bile üzerlerinde bir yük gibi taşıdıkları “fazla” paraları vardır.
İnsanların büyük çoğunluğunun açlık sınırında debelendiği, “eksik” yaşadığı bir dünyada “fazla para” olmaz mı?
“Param, param, illa da param” diye yeri göğü birbirine katan insanoğlunun yiyip içtiğinden, giyip eskittiğinden, binip gezdiğinden başka hangi parası gerçek parası sayılabilir ki?
çığlıkların, feryatların kesilmediği bir dünyada ceplerde, cüzdanlarda, kasalarda, banka hesaplarında, ya da gayri menkul adı altında ölü topraklarda duran atıl paralar “fazla” değil de nedir?
Eğer hâlâ “fazlası göz çıkarmaz” diyorsanız, yolunuz açık olsun.
“Fazla paranız var mı” diyenleri ağzınız açık şaşkınlıkla dinlemeye ve “manyağa bak” demeye devam edin.
Aslında böyle bir toplumda o dilencinin varlığı da başlı başına bir “fazlalıktır.”
Nitekim birisi bana “Sizin orada fazla dilenci var mı” derse...
“Var” diyeceğim ve o meczup kadını göstereceğim.
Gerçekten de bu dilenci, bu ihtiraslar şehri için çok fazla!
----------
münaşaka
CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın, Gençlik Kolları üyelerine yönelik düzenlediği “Parti Okulu”nda ilk dersi CHP Genel Başkanı Deniz Baykal verecekmiş.
Baykal’ın vereceği dersin adı da olsa olsa “Nasıl seçim kazanılmaz” olur herhalde!..
--------
sözünözü
İnsan kuraklaştı çağımızda. Sıksanız bir damla gözyaşı çıkmaz. (Nuri Pakdil)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi